Mayıs 2012 Yunanistan Seçimleri
AB, Avrupa Merkez Bankası ve İMF tarafından Yunanistan’a dayatılan barbar kemer sıkma programına karşı halkın öfkesi 6 Mayıs'taki erken genel seçimlerde patlayarak, hem iktidardaki burjuva partileri sağcı Yeni Demokrasi (ND) ve "sosyalist” PASOK, hem de troykanın memorandumunun (muhtırasının) bütün neo-liberal hizmetkârları için ezici ve utanç verici bir yenilgiye yol açtı. 1974’te düşen askeri diktatörlükten bu yana onyıllardır ülkeyi yöneten iki parti ND ve PASOK, toplamda oyların üçte birinden azını alarak zavallı bir azınlık durumuna düştüler.
Yarım yüzyıldan uzun bir süredir ilk defa sol bir parti, reformist SYRIZA, muhtıra karşıtı radikal söylemi ve hareketçi bakışıyla ülke çapında ikinci sıraya fırlayarak ülkenin ana muhalefeti ve Atina’da, başkent bölgesinde, Selanik’te ve diğer bölgelerin başlıca şehirlerinde en büyük parti durumuna geldi. Halkın çoğunluğunda gözle görülür bir sola dönüş var.
Maalesef, toplumsal sefalet, eşitsizliklerin kutuplaşması ve ulusal aşağılanma –reformist, Stalinist ve merkezci Sol’un parlamentarist yumuşak başlılığı da eklendiğinde- uç sağ milliyetçi demagoji için verimli bir alan haline geldi ve yalnızca uç sağda yer alan “Bağımsız Helenler”in (ND’den kopan bir grup) değil, hepsinden öte, açıkça neo-Nazi bir çizgi izleyen “Altın Şafak” partisinin de muazzam bir büyüme yaşamasına yol açtı. 2009'da birkaç bin oy alan bu parti 2012'de neredeyse yarım milyon oya ulaşarak ilk defa Meclis’e girdi.
SYRIZA’nın seçim zaferinin dışında, Sol partilerin çoğunluğunun oylarında genel olarak göreli bir artış yaşandı. KKE (Yunanistan Komünist Partisi), birkaç bin oyluk artışa rağmen, sol partiler arasındaki hegemonyasını kaybetti ve mecliste yer alan bütün partiler arasında geleneksel olarak elinde tuttuğu üçüncülük konumundan beşinciliğe geriledi. KKE en büyük kayıpları Atina bölgesinin proleter mahallelerinde ve Selanik’te verdi.
Birincisi, Stalinistler, su katılmamış sekterliklerinin ve sol kanatta yer alan diğer bütün güçlere karşı ve bürokratik denetimleri altına alamadıkları bütün toplumsal hareketlere ve halk isyanına karşı gösterdikleri kaba düşmanlığın bedelini ödediler (örn. Aralık 2008 isyanını CIA komplosu olmakla itham ettiler, Aralık 2011 genel grevinde halkın öfkesine karşı meclisi koruyan polis rolüne soyundular, 12 Şubat 2012’de, Atina’daki Sindagma meydanında ikinci muhtıraya karşı bir milyon kişilik halk yürüyüşünden kendilerini ayırdılar, vs.).
Ancak, SYRIZA’yla karşılaştırıldığında bir yenilgi yaşamalarının çok daha önemli bir nedeni var. Borçlarını ödeyemez duruma düşen Yunanistan'da rejim krizi iktidar sorununu acil biçimde gündeme getiriyordu. KKE muğlak bir biçimde “işçilerin ve halkın iktidarı” ve “tekellerin kamulaştırılması” sloganlarını ortaya attı. Fakat bunları uzak bir gelecekteki uzak olasılıklar olarak ele aldı. Çünkü Stalinistlerin iddiasına göre “bugün nesnel koşullar ve güçler ilişkisi henüz olgun değil”di. Buna karşılık SYRIZA, (burjuva rejimi ve devletinin devrimle alaşağı edilmesini söz konusu etmese de) "bir sol hükümet"i acil ihtiyaç olarak gündeme getiriyordu. Belirsizliğine ve devlet iktidarının sınıf doğasını gözlerden saklamasına rağmen (hatta SYRIZA’nın genç önderi Çipras, Şili’deki Allende hükümetinin trajik emsalini takip edilmesi gereken bir örnek olarak dillendirip Komintern’in 1930’lardaki Halk Cephesi çizgisini savundu), bu, halk arasında büyük bir karşılık buldu. Ancak, daha önce 2011’deki meydanları işgal hareketinin doğrudan demokrasi rejimi yönündeki talebi gibi, bir sol hükümet beklentisinin halktan aldığı olumlu tepki de, bir yandan tehlikeli bir yanılsama anlamına gelmekle birlikte, kitlelerin toplumsal bilincinde yukarıdaki hakim güçlerin iktidarına karşı aşağıdakilerin alternatif iktidarı fikrinin oluşması için öznel koşulların olgunlaştığını da gösteriyor. Bu, bir işçi iktidarı için mücadeleye olan acil ihtiyacın çelişkili, çarpık bir yansıması.
Trotskist EEK, “sol hükümet” sloganının halk cephesi çizgisini sert bir şekilde eleştirerek tam da İspanya, Şili ve Yunanistan’da geçmişte yaşanan trajik örneklere işaret ederken, kapitalist rejimden devrimci bir çıkış için, kapitalist rejimin devrilmesinin ve emperyalist AB’nin enkazı üzerine inşa edilecek Avrupa Birleşik Sosyalist Devletleri’ne doğru bir adım olarak devrimci bir işçi hükümeti ve işçi iktidarı kurulmasının acil bir ihtiyaç olduğu üzerinde ısrarla durdu. Partimiz, başta başkentin ve başlıca şehirlerin proleter mahallelerinde olmak üzere bütün seçim bölgelerinde oylarını mütevazı düzeyde arttırdı; ancak daha önemlisi, ileri işçiler ve gençler arasındaki siyasi etkisini ve örgütlülüğünü ileri taşıdı.
Maocu KKE ml ve ML-KKE örgütleri on yıllar sonra ilk defa ortak bir blokta güçlerini birleştirmelerine rağmen, daha önceki seçimlerdeki toplam oylarından daha azını toplayabildi. Yalnızca kemer sıkma saldırılarına karşı savunmayla ve ulusal bağımsızlığın müdafaasıyla sınırlı olan ılımlı siyasi programları, son iki yılda hayli radikalleşen kitleler içerisinde fazla bir etki yaratmayı başaramadı.
On merkezci örgütün oluşturduğu “geniş anti-kapitalist Cephe” ANTARSYA, 2009’da yapılan bir önceki genel seçimlere nazaran oylarını arttırsa da 2010’daki yerel seçimlere nispetle yüzde ikiden, yüzde biri biraz aşan oy oranına geriledi. ANTARSYA’nın önderleri, “sekiz anti-kapitalist vekille kesin olarak meclise girecekleri” yönünde çılgınca bir yanılsamaya kapılıp, radikal soldaki rakiplerine karşı kampanya yürüterek, EEK'e verilen her oyu “kaybedilmiş oy” gibi sunarak, parlamentarizmin en beter geleneklerini canlı tuttular. Şimdi ise sonuçlar karşısında derin bir hayal kırıklığına kapılmış durumdalar ve tekrar krize gömüldüler. Anti-kapitalist Cephe’nin bazı örgütleri şimdiden yüzlerini SYRIZA’ya dönerken diğerleri, özellikle de NAR (Yeni Sol Akım), seçim beklentilerinin boşa çıkmasının nedeninin “strateji ve program eksikliği” olduğundan söz ediyorlar. EEK bu “eksikliği” daha önceden işaret etmişti: ANTARSYA ve NAR burjuva hükümetini devirme çağrısı yapıyorlar, ancak işçi iktidarı çağrısı yapmak için koşulları “olgun” bulmuyorlar; (tıpkı EEK gibi) AB'den ve Euro bölgesinden çıkmayı savunuyorlar, fakat EEK'in savunduğu Avrupa'nın sosyalist temellerde birleşmesi için devrimci mücadeleyi reddederek ulusal ölçekli bir yalıtılmışlığa dönüyorlar. KKE’den kopmalarının üzerinden geçen 20 yıldan uzun sürenin ardından NAR, özellikle de Halk Cephesi ve milliyetçi bakış açısı bağlamında, Stalinist mirasın tutsağı olmaya devam ediyor.
Trotskizm ve Stalinizmin 20. yüzyılda ortaya attıkları merkezi önemdeki stratejik sorunların büyük bölümünün –tek ülkede sosyalizme karşılık sürekli devrim, sınıf işbirlikçi halk cephesine karşı birleşik işçi cephesi, faşizme karşı mücadele, burjuva demokrasinin çöküşü ve proletarya diktatörlüğü, devrimci bir Enternasyonal’e duyulan ihtiyaç, Devlet sorunu, bürokrasiden kaynaklanan tehlikeler, vs.- bugün Yunanistan’da acil bir güncellik kazanması ve bunların şimdi en militan kesimler arasında tartışılıyor olması dikkati çekiyor.
Yunanistan’da şu anda bir koalisyon hükümetinin dahi oluşması aşırı derecede zorlaştığı ve kısa süre sonra yeni bir seçim yapılması da iktidar sorununu çözemeyeceği için siyasi kriz ülkede ve bütün Avrupa’da tırmanıyor. Devrimci öncünün, iktidarın dilenci durumuna düşürülen kitlelerin desteğiyle işçi sınıfı tarafından ele geçirilmesine hazırlık olarak kitleleri sistematik bir biçimde seferber etmeyi amaçlayan programının devrimci strateji ve taktik sorunları, bugün her zaman olduğundan daha acil hale gelmiş durumda.