Levent Dölek yazdı: Matematik belli kimyayı değiştirelim
Devrimci İşçi Partisi Genel Başkan Yardımcısı Levent Dölek’in, BirGün gazetesinin Pazar ilavesinde, 21 Ekim 2018 tarihinde yayınlanan yazısını Gerçek gazetesi okurlarıyla da paylaşıyoruz.
Türkiye’nin içine sürüklendiği ağır ekonomik kriz koşullarında ne çekirdek aile ne de ulusun tamamı eskisi gibi yaşamını idame ettirebilir. Herkes kendi cephesinden belirleyici kararlar almak ve uygulamaya koymak zorundadır. Her an iç ve dış siyasi krizlerle iç içe gelişen bir ekonomik buhran sürecinde pek tabii sol da artık yıllardır yaptığını tekrar ederek çözüm üretemez ve yaşayamaz.
Türkiye siyasetinin en az son 10 yılına damgasını vuran bir matematik hesabı var. AKP ve Erdoğan’ın karşısında yüzde 51’i bulmak için aynı büyüklükler farklı parantezlere alınarak toplandı durdu. Sonuç hiçbir zaman 51 etmiyordu ve bunu herkes biliyordu ama hesapların sonuna her seferinde “bu sefer olacak” değişkeni ekleniyor ve 51 tamamlanıyordu. Tabii ki sonuç hep hüsran oldu. Çünkü Türkiye’nin demografik zemini, mezhep, ırk ve kimlikler üzerinden şekillenen siyasetin matematiği belli.
Azınlık siyasetinden de psikolojisinden de kurtulmak gerek
Saflaşmanın sınıfsal zemine çekilmesi yani siyasetin kimyasının değiştirilmesi lazım. Bunun için ekonomik kriz kimyasal değişim için gerekli sıcaklığı ve basıncı sağlıyor. Aslında geçerli ve doğru olan hesap kendini çok daha net bir şekilde ortaya koyuyor. Krizi yaratan yüzde 1’lik zengin sınıf iktidarla birlikte tüm yükü yüzde 99’luk emekçi halkın üzerine yıkmaya çalışıyor.
Türkiye’de bu somut gerçekliği ıskalayan bir solculuk ve sosyalist siyaset olamaz. Türkiye’de ve dünyada solun tarihsel olarak alametifarikası azınlık haklarını savunması değildir. Sosyalizm tek gerçek çoğunluk siyasetidir. Dahası işçi ve emekçilerin azınlıkların ezilmesinde bir çıkarı yoktur bilakis yüzde 99’un yüzde 1’e karşı sınıfsal seferberliği, ezilenlerin haklarının savunulmasını da pek tabii içerecektir.
Aynı yanlışları tekrarlamanın gereği yok
Ekonomi politikasında AKP’yi sağdan eleştiren CHP ile TÜSİAD kapısında demokrasi arayan HDP’yi birleştirme hülyalarıyla alınacak bir yol kalmamıştır. Yüzde 51’e ulaşmak için çıkılan yollar kendi iç mantığı gereği illa ki Mansur Yavaşlara, Meral Akşenerlere, Abdullah Güllere uğramaktadır. Yine ve bir kez daha İyi Parti’ye çağrılar yapılmakta, Türkiye’de muhtar bile olmaması gereken Coca Cola CEO’su Muhtar Kent gibi isimler ortada dolaşmaktadır. Hiç gereği yoktur. Burjuvalar arasında demokrat aramayı bırakmak gerekir. Burjuvazinin, emekçilerin yoksulluğuna, ezilenlerin gördüğü baskıya bakıp insafa gelmesini beklemek boşunadır. Bunlar hiçbir zaman olmayacaktır. Kaldı ki bu politika ile Erdoğan’ın etkisi altındaki emekçi kitleleri etkilemek mümkün değildir. Bir şekilde onun karşısında çoğunluk elde edilse bile izlenecek politikaların özünde bir farklılık olmayacağı yapılan muhalefetin içeriğinden bellidir.
Emekçi halkı birleştirecek politikalar
Gözümüzü burjuva siyasetinden, en yakında da burjuva siyasetinin hegemonyası altındaki yerel seçim arenasından, sınıf mücadelesine doğru çevirmek zorundayız. Bunu yaptığımızda DİSK’in “krizi yüzde bir yarattı, bedelini yüzde doksan dokuz ödemeyecek” diyerek başlattığı girişimi çok daha farklı görebiliriz. Bu sözlerde Türkiye’nin kaderini değiştirecek öz vardır. Bu sözü söyleyen DİSK olduğunda bu elbette ki her şeyden önce bir sınıf mücadelesi çağrısıdır.
KESK de bu çağrıya tam destek vermektedir. İşçi sınıfını, kamu emekçilerini ve emekçi halkı birleştirecek politikalar üretmenin ve harekete geçmenin zamanı geldi de geçiyor. DİSK’in çağrısı kadar önemli olan bu çağrının ardından Türk-İş’i ziyaret etmiş olmalarıdır. Dörtlüyü aşan bu mücadele perspektifi olumlu bir yöneliş değişikliğidir. Biz yüzde 99’uz demenin gereğidir bu. Hemen ortak zemin bulunmuştur: Enflasyon karşısında eriyen ücretlere zam, işten çıkarmaların engellenmesi, sendikalaşma önündeki engellerin kaldırılması, işsizlik sigortası fonunun yağmalanmasının engellenmesi, tutuklu işçilerin ve sendikacıların serbest bırakılması… Bu ortaklık zemini her türlü çaba ve ısrarla bir eylem birlikteliğine doğru ilerletilmelidir.
Hak-İş de kamu emekçisi sendikaları dâhil diğer tüm sendikalar da bu çağrının doğal muhataplarıdır. Hak-İş’in iktidarla ilişkisine bakıp taşerona kadro yalanının ardından toplu sözleşme hakları fiilen elinden alınan, öfke içindeki on binlerce taşeron işçisini görmezden gelmek büyük bir hata olur. Hak-İş’le tüm olumsuzluklara rağmen kurulacak bir diyalog ise tabandaki işçilerde mutlaka karşılık bulacaktır. Geçmişte tüm sendikaları aynı çatı altında toplayan Emek Platformu’nun etkinliği tartışılır. Ama bu platformun yokluğunda işçi sınıfının haklarının nasıl kolaylıkla biçildiğini hepimiz yaşayarak gördük.
Bağımsız bir sosyalist blok katalizör olur
İşçi sınıfının birliği sendika başkanlarının diplomatik görüşmeleriyle kotarılacak iş değildir elbette. Ama sendikaların bir araya gelmesi için yapılan her girişim, tabanda işçi ve emekçilerin özgüvenini arttıracak, birleşme, örgütlenme ve direnme eğilimlerini güçlendirecektir. Tarihimiz sınıfın aşağıdan gelen basıncının bürokratik mekanizmaları nasıl kırdığının örnekleriyle doludur. Mutlaka yüzümüzü yüzde 99’a döneceğiz ve tutacağımız ilk halka DİSK’in çağrısı olacaktır. Bu çağrı ete kemiğe büründükçe, yani bir birleşik işçi cephesi inşa edildikçe, işçi sınıfının özgüveni artacak, sosyal ve siyasal duyargaları açılacaktır. Siyasetin kimyası böyle değişir. Sosyalistlerin HDP ve CHP’den bağımsız ve sınıfsal temelde oluşturacağı bir birliktelik bu kimyasal değişimin muazzam bir katalizörü olmaya adaydır. O zaman matematik de bambaşka bir matematik olmaya başlar.
Geleceği sınıf mücadelesi belirleyecek
Türkiye’nin geleceği sandıklarla değil grevlerle, direnişlerle, fabrika işgalleriyle, büyük işçi mitingleriyle şekillenecektir. Türkiye patronların ve partilerinin insafa gelmesiyle değil dize getirilmesiyle kurtulur!