KHK’lar ve Başkanlık

Son ekonomik krize henüz bir çözüm bulamayan sermaye, dünyadaki gelişmelere bakıldığında çözümü daha faşizan ya da otoriter rejimlerde arama eğilimine girmiş gibi görünüyor. ABD’de Trump, Fransa’da Le Pen, Macaristan’da Orban gibi otoriter ya da faşist liderlerin, Yunanistan’da Altın Şafak gibi partilerin son yıllarda yükselmesi boş yere değildir. Dolayısıyla bu ekonomik krizden sosyal demokrat bir çözüm bekleyenlerin hayal kırıklığına uğrayacağı neredeyse kesindir.

Hangi kutsal kitabı açarsanız açın, Tanrı insanlara hemcinslerini sevme öğüdü verir ama tıpkı AKP iktidarında olduğu gibi kutsal kitap bir kez “piyasa ekonomisinin kuralları” olmaya başlayınca orada insani olan hiçbir şeye yer yoktur. Zira piyasa ekonomisi kâr sağlamayı ve rekabet etmeyi emreder ve bu, hemcinsin artık alt edilmesi gereken, ölmemek için öldürülmesi gereken bir varlığa dönüştürülmesi, rekabetten, kazanan olarak çıkmak için her yolun ve her şeyin mubah olduğu bir ortamın oluşması demektir. Nasıl ki her Tanrının bir şeytanı vardır ve var olabilmek için de şeytana ihtiyaç duyar, sermayenin de düşmanı, elbette ki işçi ve emekçi sınıflardır. Bu durumda krizden çıkabilmek için en temel şart, işçi ve emekçilerin hem ücret hem de çalışma ilişkileri bakımından baskılanmasından başka bir şey değildir.

Durum buysa, neredeyse bütün gücün tek bir kişiye verilmesi anlamına gelen başkanlık sistemindeki ısrarın, Kanun Hükmünde Kararnameler ile özellikle sendika üyesi emekçilerin hedef alınmasının nedeni apaçık olarak ortaya çıkar. Yani sermaye, özellikle ekonomik kararları çok hızlı ve etkili bir biçimde herhangi bir muhalefetle karşılaşmaksızın alabilmenin yolu olarak otoriter bir başkanlık sistemine razı olmakta, bunun zorunlu sonucu olarak liberal demokrasinin en temel ilkelerinden ve hukuk devletinden vazgeçmektedir. Diğer taraftan iktidar, elbette sermayenin bekası açısından emekçilerden gelebilecek itirazları da engelleyebilmek için tamamen hukuksuz bir biçimde KHK’lar ile çalışanları kamudan ihraç etmektedir. Faşizmin en temel koşullarından biri işçi ve emekçileri yenilgiye uğratmaksa eğer, bu ihraç dalgasının giderek tüm muhalif kesimlere uğrayacağını, aynı zamanda kimi mücadeleci işçi sendikalarına da dokunulacağını anlamak için pek zeki olmaya gerek yoktur. Bu nedenle başkanlık sisteminin sadece AKP’nin değil aslında sermayenin projesi olduğunu bütün işçi ve emekçi örgütlerinin bilmesinde fayda vardır.

En basitinden bir örnek vermek gerekirse üniversiteden yapılan ihraçların önemli bir kısmının akademik ve ifade özgürlüğünü savunan, iş güvencesizliğine ve bilimin projelere indirgenmesine, üniversitelerin özelleştirilmesine karşı direnen akademisyenlerden olduğu görülecektir. Dolayısıyla yukarıda bahsedilen başkanlık projelerine itaat etmeyen bilim insanları kamudan ihraç edilmektedir. Belli ki iktidar, bugüne kadar tam olarak ele geçiremediği üniversiteleri de kendi egemenlik alanına almaya çalışmaktadır.

Bu çerçevede düşünülürse başkanlık referandumunda çıkabilecek bir hayır sonucu işçi ve emekçilerin çıkarları açısından oldukça önemli sonuçlar doğurabilir.