Geleceğe dönüş

Tayyip Erdoğan’ın “yerli ve milli” projesinde en önemli ideolojik mücadele alanlarından biri tarih. Erdoğan ve memurları tarihi yeniden yazarak onu geleceğe yükselen bir merdiven olarak kullanmak istiyorlar. Kendi geleceklerine. Erdoğan’ın tartışmasız lider ya da kendi kullandıkları adla “Reis” olacağı, Osmanlı bakiyesi bütün ülkelerden ve topluluklardan başlamak üzere Sünni İslam dünyasının Türk’ün hâkimiyetinde yeniden birleştirileceği bir dünya. (Dahası da var da yerimiz yetmez! İleride ele alacağız.)

Geçmişin önemli dönüm noktaları, bu yaklaşımda gelecek için kerteriz olarak iş görüyor. Şimdilerde özel bir dönemden geçiyoruz. 1908 ile 1925 arası, Osmanlı’dan Türkiye’ye geçişte son derecede belirleyici bir dönemdi. Her yıl başka bir önemli olayın 100. yıldönümü. Erdoğan ve tarihçileri bu fırsatı tepe tepe kullanarak eski “resmi tarih”in yerine bir “karşı resmi tarih” yaratmaya çalışıyorlar. Bu çabalar hiçbir biçimde yalnızca geçmişle ilgili değil. Geçmiş özenle çarpıtılıyor ki gelecek bu çarpık perspektife göre kurulsun.

Bu yılın hasadı zengin. İçinden geçtiğimiz 2016 Ortadoğu’nun masada cetvelle çizilmiş sınırlar uyarınca İngiliz ve Fransız emperyalizmleri arasında bölünmesinin temelini oluşturan Sykes-Picot anlaşmasının 100. yıldönümü. “Suriye senin, Irak benim” hesabı bölüşmüşler emperyalistler bölgeyi. Ama şimdi ne Suriye kaldı, ne Irak! İslam Devleti denen savaş ağalığı birimi bir yana, bu ülkeler sayısız ordu ve milisin hâkimiyeti altındaki bölgelere bölünmüş durumda. Emperyalizmin kulu kölesi olmuş Menderes’lere, Özal’lara sahip çıkan Tayyip Erdoğan tayfası, iş Sykes-Picot’ya gelince, özel çıkarları dolayısıyla birden anti-emperyalist kesiliyor. Kahrolsun Sykes-Picot! Yaşasın yeni Osmanlılık!

Hemen tarihe bakılıyor ve Sykes-Picot’nun alternatifi bulunuyor. Artık kim buldu bilinmez, ama ambalaj ve pazarlama işi “Reis” tarafından yapılıyor. Tarihçiler de “Reis”in emri gereği malzemeyi hazırlıyor. Ortaya unutulmuş Kut'ül Amâre zaferi çıkartılıyor. Osmanlı ordusu 1915 sonunda İngiliz birliklerini bugünkü Irak’ta bulunan Kut'ül Amâre kentinde kıstırmış, aylar süren bir kuşatmadan sonra Nisan 1916 sonunda teslim almış. Efendim, bu, Çanakkale’den sonra Osmanlı’nın vatan savunmasında İngiliz emperyalistlerine tattırdığı ikinci hezimetmiş. Anlamı da Arap Ortadoğusu’nun emperyalizme karşı Türklerle birleşmesi imiş.

Kut'ül Amâre efsanesini başka bir yazımızda eleştiriyoruz. Bu kısacık sütunda bir tek şey söyleyelim de bu, sahte bir İslam birliğine dayanan Osmanlıcı sözde anti-emperyalizmin pabucunu dama fırlatalım. Kut'ül Amâre’yi teslim alan birlik, Osmanlı’nın 6. Ordusu’dur. 6. Ordu’nun komutanı ise, Osmanlı dilindeki adıyla Golç Paşa’dır. Yani General Von der Golz. “von”u ile, “der”i ile halis muhlis Alman generali! Siz Alman emperyalizminin generalinin komutası altında anti-emperyalizm mi yapıyorsunuz? “Müslüman mahallesinde salyangoz satma” diye işte buna derler! Başka örneğe yerimiz yok, ama gerek de var mı?

“Yerli ve milli” projenin tarih torbası işte böyle efsanelerle tıka basa dolduruluyor. Amacı ideolojik planda geleceğin ayaklarını oluşturmaktır. Bizim geleceğimizin ayakları ise bambaşkadır. Mesela Kut'ül Amâre yüceltmesi, Müslüman halkların kurtuluşunu Türk ile Arap arasında yeniden eşitsizliğe dayanan bir birlikteliğe bağlıyor. Bizim geleceğe dönüşümüzün başlangıcı Ekim devriminden sonra 1920’de toplanan Bakû Doğu Halkları Kongresi’dir, onun Müslümanları emperyalizme karşı cihada çağıran programıdır.

Mesela Erdoğan ve memurlarının İstanbul’un fethini anma tarzları Türkiye’nin Yunanistan’la kavgalı olduğu bir geleceği hazırlıyor. Biz ise bu yıl başka bir yıldönümünü kutluyoruz: Şeyh Bedreddin ve Börklüce Mustafa önderliğindeki modern çağ öncesinin en büyük komünist devrim atılımlarından biri olan 1416 devriminin 600. yıldönümünü. Bizim geleceğimizi gösteren odur: Karaburunlu Müslüman köylü ile Sakız adasının Rum denizcisini özel mülkiyete ve sınıf iktidarına karşı kol kola mücadeleye çeken devrim! İstanbul’un fethi bizim için İslam kültürü ile kadim tarihin en büyük uygarlıklarından Roma’nın miraslarının daha üst bir sentezinin kapısıdır. Onlar bu tarih anlayışıyla Türk ile Yunan’ı birbirine kırdırır. Biz ise yepyeni bir uygarlığın içinde kardeş ederiz onları!


Bu yazı Gerçek Gazetesi'nin Haziran 2016 tarihli 80. sayısında yayınlanmıştır.