Erdoğanlı Babacanlı yıllar… “Yok birbirimizden farkımız biz Osmanlı bankasıyız!”
Ali Babacan yeni partisini kurduktan sonra AKP hükümetinde görev aldığı yılları göklere çıkartıp kendisinden sonraki dönem için Erdoğan’a verip veriştiriyor. Erdoğan da cevabı veriyor: “Başbakanlığım döneminde görev verdiğim bazı kişiler şimdi farklı bir şekilde bize saldırıyor. Yahu sen bakansın. Başbakandan onay almadan sen o adımı atabilir misin? Kime yutturuyorsun.” Erdoğan ve Babacan o yılları bir türlü paylaşamıyor. Biz de diyoruz ki siz ikiniz bir olup işçinin emekçinin haklarına saldırdığınız, çiftçiyi perişan ettiğiniz, milletin birikimlerini peşkeş çektiğiniz o kara yılları bir başarı hikâyesi olarak kime yutturuyorsunuz?
Babacan, Erdoğan’ın ekonomiden sorumlu ilk bakanıydı. 2002’den 2015’e kadar 2 yıllık Dışişleri Bakanlığı (2007-2009) hariç bu görevi yürüttü. Erdoğan ve Babacan’ın ilk icraatı 2003 yılında adı “kölelik yasası”na çıkan; belirli süreli, kısmi süreli, çağrı üzerine çalışma, çalışma sürelerinin denkleştirilmesi ile esnek çalışma uygulamalarını yasalaştıran, 30 kişinin altındaki işyerlerinde iş güvencesi hükümlerini geçersizleştiren, taşeron zulmüne kapıları ardına kadar açan, 350 bin olan taşeron işçi sayısını yıllar içinde 2 milyona çıkartan 4857 sayılı İş Kanunu’nu geçirmek oldu. Soma’da 301 madenciyi katleden, hâlâ daha madenlerde, inşaatlarda, tersanelerde cinayetlerine devam eden bu taşeron sistemini elbirliği ile kurdular.
Ardından özelleştirmede gaza basıldı. Türkiye’nin en büyük sanayi kuruluşu Tüpraş, Koç-Shell ortaklığına peşkeş çekildi. Tüpraş’ın 2,5 yıllık kârı karşılığı bir meblağ ile ihale bağlandığında Babacan, “piyasa şartlarında oluşan fiyat doğru fiyattır” deyip geçmişti. Danıştay ihaleyi iptal etti. Babacan bugünlerde hukukun üstünlüğü laflarını dilinden düşürmüyor ya… Aynı Babacan hukukun sermayenin çıkarlarının altında paspas edilmesinde Erdoğan’la başrolü paylaştı. Danıştay kararı “fiili imkânsızlık” nedeniyle uygulanmadı. Koç ve Shell atı alıp Üskadar’ı geçmişti.
Petkimler, Sümerbanklar, Tekeller, madenler, limanlar… Maliye Bakanı Kemal Unakıtan’ın lafıyla hep birlikte “babalar gibi sattılar”. Türk Telekom’u Lübnanlı Ojer’e 6,5 milyar dolara peşkeş çeken de Erdoğan ve Babacan’dı. Ojer verdiği parayı 9 yılda çıkartıp kurumun içini boşalttıktan sonra, geçtiğimiz yıl 20 milyar dolar borçla devletin kucağına geri bıraktı. Babacan, 2015’te görevi bıraktığında sigortacılık sektörünün yüzde 70’i, bankacılığın yüzde 50’si, akaryakıtın yüzde 65’i yabancı sermayenin elindeydi. Tarımda İMF’nin ve AB’nin talimatlarıyla çiftçiyi tekellere ezdirdiler, tefecinin zulmüne terk ettiler, yabancı tohuma mahkûm ettiler. Bugün yerli araba üreteceğiz masalları anlatıyorlar ama vaktiyle el ele verip memleketi yüzde yüz yerli ekmek bile üretemez duruma getirdiler. Ey Babacan! “Başbakandan onay almadan sen o adımları atabilir misin?” Kime yutturuyorsun?”
Paradan altı sıfır atılmasına gelince… Peki işçinin emekçinin sofrasındaki et, süt, yumurta, peynirin gramajından atılan sıfırlar ne olacak? Talebi kısarsanız yani halkı fakirleştirirseniz enflasyonu da düşürürsünüz, altı sıfır da atarsınız. Mesele faturayı kimin ödediği? Altı sıfır atarken de enflasyon tekrar yükselişe geçtiğinde de faturayı emekçi halka ödettiniz. Gelelim Türkiye ekonomisinin büyüme oranlarına… Yabancı sermayeye, sıcak paraya müptela ettiğiniz, büyürken bile istihdam yaratmayan, hele 2008-2009 gibi ekonomik kriz dönemlerinde milyonlarla yeni işsiz yaratan ekonominin başarılı olduğunu kime yutturuyorsunuz? 2008 krizinden sonra ABD’nin bastığı dolarları yüksek faizle ülkeye çekip bu büyük yalanı birkaç yıl daha sürdürdünüz. Sonunda ekonominin büyümediği, balon gibi şiştiği büyük bir gürültüyle patlayınca ortaya çıktı. Babacan ve Erdoğan, eserinizle gurur duyabilirsiniz!
Türkiye’nin İngiliz ve Fransız emperyalizminin boyunduruğunda yarı sömürgeleştirilmesinin simgesi olan Osmanlı Bankası’nın 2001’de kapanmadan önceki reklam sloganını hatırlıyor insan… Erdoğan ve Babacan ikilisine cuk oturuyor: “Yok aslında birbirimizden farkımız ama biz Osmanlı Bankasıyız!”
Bu yazı Gerçek gazetesinin Haziran 2020 tarihli 129. sayısında yayınlanmıştır.