Çay üreticileri neden isyan ediyor? Çözüm nerede?
Doğu Karadeniz bölgesi, günlerdir çay üreticilerinin eylemlerine sahne oluyor. Önce Artvin’in Kemalpaşa ve Hopa, sonra Rize’nin Fındıklı, Ardeşen ve Merkez ilçelerinde çay üreticileri sokağa çıktılar. Çay üreticileri, Çay İşletmeleri Genel Müdürlüğünün (Çaykur) çay alımında uyguladığı kota ve kontenjan uygulamasının kaldırılmasını, Meclis’te bir Çay Yasası çıkarılarak üreticilerin özel sektör eliyle mağdur edilmesinin engellenmesini istiyorlar. Zira Çaykur’un çay üreticilerine verdiği fiyat, kilo başına 4 lira. Ancak, 17 kilodan fazla çayı kabul etmedikleri için, pek çok çay üreticisinin çayları elinde kalıyor ve bir süre sonra çaylar çürüyor. Üreticiler çaylarını özel sektöre vermeye kalktıklarında ise 2.80 liralık bir fiyatla karşılaşıyorlar. Bu durum, çay üreticilerinin özel sektör tarafından sömürülmesinin yolunu açıyor. Üstelik, Çaykur tarafından ödenen 4 lira bile yeterli bir fiyat değil. Üreticilerin, en az 6 lira talep ederken özel sektör tarafından biçilen 2.80 liralık fiyata çaylarını vermeye mecbur edilmeleri, binlerce çay üreticisini gittikçe yoksulluğa sürüklüyor. Bütün bunlara pandemi koşullarını da eklediğimizde çay üreticileri için her şey daha da zorlaşıyor.
Çay üreticileri, içinde bulundukları ve yaşamaya mecbur edildikleri bu koşullara karşı Artvin ve Rize’de sokağa çıkıyor, taleplerini seslendiriyor. Çay üreticilerinin bu haklı talep ve eylemleri ise ya görmezden geliniyor ya da Hopa’da 27 Mayıs Perşembe günü olduğu gibi polis saldırısı ve gözaltılar ile karşılaşıyor. İstibdad, bir yandan çay üreticilerini yoksulluğa mahkûm ederken, bir yandan da üstüne polisini salarak korkutma ve yıldırma çabalarına girişiyor. Böylelikle çay üreticisini itiraz edemeyecek hale getirerek, özel sektörün sömürüsüne daha müsait bir hale getirmek istiyor.
İstibdadın çayda özelleştirme saldırısı
Çay üreticilerinin sorunları kota ve kontenjan uygulamaları ile de sınırlı değil. Yıllardır Çaykur’un özelleştirilmesi gündemde. Her ne kadar hem geçmiş hükümetler, hem AKP hükümeti, çay üreticilerinin ve bölge halkının tepkisinden çekindikleri için harekete geçemeseler de Çaykur’u özelleştirmek için fırsat kolluyorlar. Kendisi de Rizeli olan Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın kararıyla 2016 yılında oluşturulan Varlık Fonu’na devredilen Çaykur, o tarihten itibaren zarar açıklamaya başladı.
Varlık Fonu’nun kuruluş amacı ve işleyişine ilişkin gerçekler, daha önce Gerçek gazetesinde sıklıkla yer aldı. Varlık Fonu, gerek kuruluş, gerek işleyiş itibariyle işçi sınıfına ve emekçi halka yönelik neoliberal saldırıların bir çeşit merkez üssü işlevi gören bir kuruluştur. Nitekim Varlık Fonu’na devredilene kadar genellikle kâr açıklayan Çaykur’un, o tarihten itibaren zarar etmeye başlaması, rastlantıyla açıklanamayacak bir durumdur. Geçmişte Tekel’den Sümerbank’a pek çok kamu kuruluşunda örneklerini gördüğümüz gibi Çaykur’da da özelleştirilme için zemin hazırlanmaktadır.
Peki, Çaykur özelleştirildiği takdirde ne olur? Daha önceki özelleştirmelerden sonra ne olduğunu bilen herkes, bu sorunun yanıtını kolaylıkla tahmin edebilir. Çaykur’da geniş çapta bir işçi kıyımı, iş güvencesinden yoksun çalışma koşulları ve insanca yaşamaya yetmeyecek denli düşük ücretler, Giresun’dan Gürcistan sınırına kadar olan genişçe bir alandaki fabrikalarda çalışan Çaykur işçilerine dayatılacak olan ekonomik saldırılardır.
Çaykur’un özelleştirilmesi, aynı zamanda Doğu Karadeniz’de çay üreterek yaşamlarını sürdürmeye, geçinmeye çalışan yüzbinlerce tarım emekçisi için de büyük bir tehlikeye işaret etmektedir. Yüzbinlerce çay üreticisi, çaylarının tarlada çürümesi ile özel sektör tarafından ucuza kapatılması arasında seçim yapmaya zorlanacak. Böyle bir olasılığa karşı, Çaykur fabrikalarında örgütlü olan sendikalar, bölgedeki üretici köylü sendikaları, ziraat odaları ve emek ve meslek örgütleri bir araya gelerek ortak bir platform oluşturmalı, özelleştirmeye ve kota-kontenjan uygulamalarına karşı genel grev dâhil her türlü seçeneği masaya yatırmalı, hazırlıklarına şimdiden başlamalıdır.
Çaykur’da saldıran sermaye düzenidir
Çaykur emekçilerine ve çay üreticilerine istibdadın kolluk güçlerince yapılan saldırılar ve kota, kontenjan, özelleştirme adı altında farklı kılıflara sokularak gerçekleştirilen ekonomik taarruzlar, elbette sermayenin kapsamlı sınıf saldırısının bir parçasıdır. 24 Ocak 1980 Kararları ve peşi sıra gerçekleştirilen 12 Eylül Darbesi ile Türkiye’de neoliberal ekonomi politikaları uygulanmaya başlanmış, kamuya ait varlıklar özel sektöre haraç mezat satılığa çıkarılmıştır. 24 Ocak Kararları’nda Devlet Planlama Teşkilatı (DPT) yöneticisi, 12 Eylül’den sonraki ekonomik politikalarında ise darbe hükümetinin ekonomiden sorumlu Başbakan Yardımcısı, cunta onaylı “sivil” hükümetin Başbakanı ve nihayet 1989’dan ölümüne dek Cumhurbaşkanı olan Turgut Özal, neoliberal ekonomi politikalarının uygulanmasının, kamu varlıklarının sermayeye peşkeş çekilmesinin bir numaralı sorumlularından birisidir. Bugün sadece istibdadın siyasi temsilcileri olan AKP ve MHP değil, Amerikan muhalefeti içerisindeki CHP’den İYİ Parti’ye, Saadet’inden DP’sine kadar bütün partiler, Turgut Özal’dan farklı bir ekonomi programı önermiyorlar. Hepsi Turgut Özal politikalarının bugünkü temsilcisi Ali Babacan’ı baş tacı etmekte birleşiyor. Bu partilerin politik mirasını üstlendikleri RP, SHP, DYP, ANAP gibi partiler, iktidar veya koalisyon ortağı oldukları dönemlerde, pek çok Kamu İktisadi Teşekkülü’nün (KİT) özelleştirilmesine imza atmışlardır. Bilhassa bugün çay üreticilerin yanında gözüken CHP’nin öncülü SHP ile DP’nin öncülü DYP, koalisyon ortağı oldukları dönemde açıkladıkları 5 Nisan Kararları ile Erdemir, Tüpraş, THY, Petrol Ofisi, Petkim, Havaş ve Ditaş’ın kısmi özelleştirilme adı altında sermayenin talanına açılmasından sorumludurlar. Onlar yolu açmış AKP ise tek parti iktidarı altında o açılan yoldan giderek özelleştirmeleri tamamlamıştır.
Sosyal medya muhalefetinin açmazı
Karadeniz’de yüzlerce çay üreticisinin sokaklara çıktığı günlerde, sosyal medyada pek çok kişi tarafından, “AKP'ye oy verdiniz, beter olun” türünden yorumlar ortalığı kapladı. Daha önceleri İkizdere’de, Soma’da ve pek çok yerde gördüğümüz bu apolitik muhalefet anlayışı, hakkını arayan halkı suçlu, hak aramaktan aciz, sosyal medyadan muhalefet etmeyi marifet sayan zararlı bir anlayıştır. Her şeyden önce, bu yazının kaleme alındığı gün çay üreticilerinin sokağa çıktığı beş ilçenin üçü (Hopa, Kemalpaşa ve Fındıklı) CHP’li belediyelerce yönetilmektedir. Öyle olmasa bile, bir halkın salt AKP’ye oy verdiği için hak arayamayacağı, istibdadın neoliberal taarruzuna itiraz edemeyeceğini düşünmek büyük bir yanılgıdır. Unutulmamalıdır ki, Türkiye'nin yakın geçmişinde SEKA işgali, Tekel Direnişi, Gezi ve 2015 fiili metal grevleri bulunmaktadır. Günümüzde ise Baldur, Belkarper, Döhler, HSK Systemair, Cargill, PTT, Migros gibi pek çok işyerinde Kod-29’a, ücretsiz izinlere ve sendikal baskılara karşı direnişler, grevler devam etmektedir. Bu eylem ve direnişlerin tamamı, AKP döneminde yaşanmıştır, yaşanmaya devam etmektedir ve hemen hemen tümünde AKP’ye oy veren insanlar da yer almıştır. AKP’ye oy veren halkın hakkını arayamayacağına, başına gelen her şeye müstahak olduğuna inananları bu yanlış düşüncelerinden vazgeçmeye, bulundukları konforlu ortamlardan ayrılarak mücadele alanlarında yer almaya çağırıyoruz.
Çözüm örgütlenmekten ve mücadele etmekten geçer
Bugün istibdadın ekonomik taarruzu sadece çay üreticilerini ve Çaykur emekçilerini etkilemiyor. Bu sınıf saldırısı yurdun dört bir yanında milyonlarca işçiyi ve emekçi halkı içine alacak şekilde şiddetlenerek devam etmektedir. Sendikalaşan işçilerin Kod-29 ile işten atıldığı, AKP ve MHP “lebalep” kongreler yaparken, cemaat liderlerinin cenazeleri “lebalep” kalkarken esnafların dükkanlarını kapatmaya zorlandıkları, iş güvencesinin ve insanca yaşam koşullarının git gide ortadan kaldırıldığı bir cehennem dayatılmaktadır emekçi halka. Bu cehennemden çıkış, örgütlenmekten, mücadele etmekten geçmektedir. Çaykur’un özelleştirilmesine ve kota-kontenjan uygulamalarına karşı yazının başlarında yaptığım çağrıyı yazının sonunda da yapma gereği duyuyorum:
Bugünden tezi yok, Çaykur’da örgütlü bütün işçi sendikaları, Doğu Karadeniz’de örgütlü bütün üretici köylü sendikaları, ziraat odaları, emek ve meslek örgütleri bir araya gelmeli, genel grev dâhil bütün seçenekleri masaya yatırmalıdır.