Modern Karayip “korsanları”
Türkiye’de sadece geniş halk kitlelerinde değil, solun geniş kesimlerinde de Avrupa Birliği (AB) demokrasisinin örnek teşkil ettiği kanısı yaygındır. Ülkedeki en ufak bir hak ihlalinden en faşizan uygulamalara kadar Avrupa’daki “demokrasi güçleri”nden medet umulur. Bu kanının yaygınlığında, toplumun çoğunluğunu oluşturan işçi sınıfının mücadele kapasitesinden ümidini yitirmiş olmak ne kadar temel önemli rol oynuyorsa, Avrupa’nın kurumlarının demokratik yönetildikleri inancı da o kadar önemli bir rol oynamaktadır. Kapitalizmin tüm “vahşi” uygulamaları karşısında, AB rekabetin “adil” olduğu, kurumlarının “demokratik” işleyişi sayesinde piyasanın tekelleşme, işsizlik, yolsuzluk gibi olumsuz sonuçlarının törpülendiği daha “sosyal” bir kapitalizme örnek olarak gösterilir.
Oysa bu sonuçlar onu düzenleme çabalarından bağımsız olarak, emeğin sömürüsüne ve rekabete dayalı bir sistemin işleyişinin doğal ürünüdürler. AB de esasen Avrupa sermayesinin dünya çapında rekabet gücünü artırmak üzere inşa edilmiş bir kapitalist devlet olarak bu sonuçlardan muaf olamaz. Tüm “demokratik” düzenleme girişimlerinin sınırını kâr mantığına dayalı rekabetin katı kuralları çizer. İşte bu gerçeklik her geçen gün AB için de yine ve yeniden doğrulanıyor. Ünlü Alman firması Volkswagen’in ABD’de ortaya çıkartılan, firmanın AB’nin çevre komisyonlarında yaptığı lobi faaliyetleri sayesinde üstünün örtülmesini sağladığı yönetmeliklerin üzerinde karbon salımı skandalının etkisi geçmeden başka skandallar peşi sıra gelmeye devam ediyor. Geçtiğimiz aylarda dünyanın önde gelen vergi cennetleri olarak bilinen Panama’ya, bu ay içinde de Bahamalar’a ait gizli belgelerin basına sızdırılması, önde gelen birçok politikacı ve işadamının vergi kaçırdıklarını gözler önüne sererek, Avrupa “demokrasisi”nin tüm kirli çamaşırlarını ortaya döküyor.
Eski bir Britanya sömürgesi olan Bahamalar, Amerika’nın güneyinde yer alan küçük adaların oluşturduğu bir milletler topluluğu. Vergi kaçakçılığına uygun yasal düzenlemeleri nedeniyle “Karayipler’in perdesi” olarak adlandırılan bu ülke vergi kaçırmak isteyen şirketler ve zenginler için tam bir cennet. İşte Bahamalar’a ait olduğu ileri sürülen belgeler 1990-2016 arasında dünyanın dört bir yanından, çok sayıda politikacı ve iş adamının servetlerini paravan şirketler ve hesaplar yoluyla vergi cennetinde nasıl gizlediklerini ortaya koyuyor. Belgelerde ABD’nin en zengin ailelerinden İngiltere İçişleri Bakanı’na, bazı Türk işadamlarından eski bir AKP milletvekiline kadar pek çok isim yer alıyor.
Ancak bunlar arasında bir isim var ki çok çarpıcı. Muhtemelen vergi kaçakçılığına karşı verdiği mücadele nedeniyle “Çelik Neelie” lakabıyla anılan AB Komisyonu eski Başkan Yardımcısı Neelie Kroes. Belgeler sayesinde hanımefendinin Bahamalar’da bir kayıt dışı hesabı olduğu, bir paravan şirketin de yönetiminde yer aldığı ortaya çıkmış durumda. Aynı zamanda 2004-2014 yılları arasında AB Komisyonu’nun rekabetten sorumlu temsilcisi olarak görev yapan bu Hollandalı politikacının 2008’de bir de ilkeli(!) duruşu nedeniyle Avrupa Vergi Mükellefleri ödülü alması herhalde ironinin doruğu olsa gerek. Tam bir “ele verir talkını, kendi yutar salkımı” örneği. Ayrıca bu politikacının AB Komisyonu rekabetten sorumlu üyesi olmadan önce ABD silah üreticisi Lockheed Martin firması için lobi faaliyeti yürütmüş olduğu ve 2014 yılında AB Komisyonu’ndan ayrıldıktan sonra ise Bank of America, Merill Lynch ve Uber firmalarında danışmanlık yaptığı da bu vesileyle ortaya çıkmış. Özetle AB’nin tekelleşme karşıtı politikalar komisyonu üyesi kendisi tekellerle kol kola iş tutuyormuş.
Bu durumun AB politikacıları arasında münferit bir vaka olduğu sanılmasın. Kısa bir süre önce de AB Komisyonu eski Başkanı Josè Manuel Barroso’nun bu görevini bırakır bırakmaz yatırım bankası Goldman Sachs’a danışman olduğunu hatırlayalım. AB Merkez Bankası başkanı Mario Draghi’nin de daha önce aynı yatırım bankasında çalıştığını da ekleyelim. Örnekler çoğaltılabilir. Bu vakalar şunu açıkça ortaya koyuyor: AB’nin önde gelen kurumlarının bu yöneticileri bir yandan “kaynak yok” bahanesiyle işçi sınıfına “kemer sıktırırken” bir yandan da gizli olarak patronlara çalışıyor, kurdukları ilişkileri paraya tahvil ediyor, vergi kaçırıyor, yolsuzluklara karışıyor.
Söz konusu belgeler AB’nin “demokrasi şöleni” safsatasının ardında finans-kapitalin ve onun temsilcilerinin asalaklıklarını ve ikiyüzlülüklerini ortaya koymak bakımından can alıcı öneme sahip. Zira bize çözümün ipuçlarını da veriyor bunlar. Gerçek anlamda bir demokrasinin yolunu döşemek istiyorsak şu iki talepten hiç vazgeçmemeliyiz: İşçi iktidarı altında tam bir işçi denetimi ve burjuvaların en yüksek düzeyde vergilendirilmesi.
Bu yazı Gerçek Gazetesi'nin Ekim 2016 tarihli 84. sayısında yayınlanmıştır.