Libya’ya asker gönderilmesine hayır!
Türkiye ile Libya’nın Trablus kentinde mukim Ulusal Mutabakat Hükümeti arasında deniz yetki alanlarını belirleyen anlaşmanın imzalanması Türkiye’nin Doğu Akdeniz’deki doğal gaz paylaşım mücadelesindeki önemli bir hamlesiydi. Ancak bu hamle en başta muhatap kabul edilen Ulusal Mutabakat Hükümeti’nin (UMH) Libya’nın sadece küçük bir kısmında egemen olması dolayısıyla baştan büyük bir zaaf içeriyordu. UMH’nin Birleşmiş Milletler tarafından kâğıt üstünde tanınması sorunu çözmüyor, ülke coğrafyasının büyük çoğunluğunda hakim olan ve Mısır, Suudi Arabistan, Birleşik Arap Emirlikleri’nin (BAE) yanı sıra ABD, Fransa ve Rusya gibi büyük güçler tarafından desteklenen General Hafter’in güçlerinin varlığı anlaşmanın fiilen geçerli olmasının önündeki en büyük engel olarak yükseliyordu. Zira Hafter, anlaşmaya konu olan ve Türkiye ile karşılıklı birbirine bakan kıyıları da tamamen kontrol etmekteydi. Bu yüzden daha önce yaptığımız değerlendirmelerde Türkiye’nin Libya UMH ile yaptığı diplomatik hamleyi askeri olarak desteklemek zorunda olduğunu ve bunun da bölgede ciddi riskleri beraberinde getirdiğini vurgulamıştık.
Suriye’de ateşe benzin dökenler Libya’daki barut fıçısına meşale ile koşuyor
Nitekim anlaşmanın duyulmasının ardından Türkiye hükümeti, Cumhurbaşkanı Erdoğan ve Dışişleri Bakanı Çavuşoğlu gibi yetkili ağızlardan “UMH’nin talep etmesi halinde Libya’ya asker gönderilmesini değerlendireceklerini” açıkladılar. Bu açıklamalar önceden tembihlendiği belli olan basın mensuplarına sorduğu sorular üzerine yapılmıştı. Belli ki Türkiye himaye ettiği UMH’yi Türkiye’den asker talep etmeye açıkça teşvik etmekteydi. Beklendiği gibi çok geçmeden Türkiye ve UMH arasında “askeri ve güvenlik işbirliği anlaşması” da imzalandı ve Türkiye’nin Libya’ya asker göndermesi için bir merhale daha geride bırakıldı. Türkiye Katar’la birlikte zaten uzun bir süredir UMH’yi siyasi, ekonomik ve askeri olarak destekliyordu. Ancak bu destek arkasına geniş bir uluslararası koalisyonu alan Hafter’in ilerleyişini durduramamış sadece UMH’nin Trablus’taki varlığını korumayı başarmıştı. Ancak şimdi Hafter yeni bir hamle yapmaktadır ve Türkiye’nin anlaşma imzaladığı hükümetin örneğin bir yıl sonra var olup olmayacağı dahi belli değildir. Bu yüzden Türkiye uzaktan destekle durduramadığı Hafter’in karşısına doğrudan askeri gücüyle çıkmaya hazırlanmaktadır.
Bu girişimler her zaman olduğu gibi milliyetçi bir koronun şovenist söylemleriyle övülmektedir. Oysa Erdoğan ve AKP iktidarının Suriye’de ateşe benzin döken politikasının vahim sonuçları ortadayken Libya’da yeni bir askeri maceraya girişmek haklı olarak Türkiye’nin emekçi halkında tedirginliğe yol açmaktadır.
Emperyalist-Siyonist ekseni kırmanın değil bu eksende kendine yer açmanın savaşı
Ne yazık ki dünya, emperyalist çağda hep olduğu gibi bugün de barışçıl bir dönem yaşamıyor. Emperyalist saldırganlık Ortadoğu başta olmak üzere emekçi halkları yıllardır büyük yıkımlara ve katliamlara maruz bıraktı. Böyle bir dönemde aklı başında kimse barışı sadece “dilemek” naifliği içinde olamaz. ABD başta olmak üzere emperyalizme ve İsrail başta olmak üzere onun işbirlikçilerine karşı mücadeleden ve direnişten geçmeden, yerel gericiliklerle, ırkçılıkla, mezhepçilikle, sömürgecilikle dövüşmeden barışa ulaşacak bir yol yok. Barış için savaşmanın bir tercih değil bir zorunluluk olduğu dönemden geçiyoruz. Gel gelelim Libya ve Doğu Akdeniz’de mevcut iktidarın hamleleri zalimlere karşı mazlumların savaşımının bir parçası değildir. Doğu Akdeniz’de, ABD emperyalizminin himayesinde oluşan Siyonist İsrail’den, Vahhabi tarikatının gerici Suudi Arabistan’ından, devletleşmiş petrol şirketleri olan Körfez emirliklerinden ve Sisi diktatörlüğünün Mısır’ından müteşekkil gerici eksenin Yunanistan ve Güney Kıbrıs’ı da yanına alarak Türkiye’yi tecrit ettiği bir gerçektir. Bu eksenin son derece gerici bir şer ekseni olduğuna şüphe yoktur. Ancak bu durum tek başına Türkiye’yi haklı çıkarmıyor. Çünkü Türkiye’de iktidar Doğu Akdeniz’deki yalıtılmışlığını kırmak için bu gerici emperyalist-Siyonist eksene karşı mücadele etmiyor, tam tersine bu eksende kendine bir yer açmaya çalışıyor.
Libya ile yapılan anlaşmanın ilgilendirdiği bölgedeki hidrokarbon rezervleri önemsiz seviyededir. Bu anlaşmanın asıl amacı en yoğun hidrokarbon rezervlerinin bulunduğu bölgede, İsrail’in Filistin halkından çaldığı gazın Güney Kıbrıs ve Girit üzerinden Avrupa’ya ulaştırılmasını engellemektir. Bir başka ifadeyle Türkiye söz konusu hamleyi İsrail’in Filistin halkından çaldığı gazı Türkiye üzerinden taşımak için yapmaktadır. Türkiye, hiçbir şekilde emperyalizmin ve Siyonizmin suçlarını gündeme getirmemektedir. Bilakis Libya ile anlaşma imzalarken Türk donanması Amerikan 6. Filosu ve uçak gemileri ile Doğu Akdeniz’de ortak tatbikat düzenlemekte, yine eş zamanlı olarak Erdoğan İsrail’i dost olmaya çağırmaktadır. Tüm bunlarla birlikte yine aynı dönemde İsrail’in doğal gaz arama sahaları ile ilgili olarak Güney Kıbrıs’la ihtilafa düşmesi de tesadüf olarak görülemez.
Türkiye’nin emekçi halkının, emperyalizmin ve Siyonizmin himayesindeki gerici ve hırsız eksende Yunanistan ve Güney Kıbrıs’ın yerini almak üzere girişilen maceralarda harcanacak tek kuruşa ve akacak tek damla kana dahi tahammülü olamaz. Doğu Akdeniz’de ve tüm Ortadoğu’da Türkiye de dahil olmak üzere tüm halkların çıkarına olan tek çözüm gerici, emperyalist-Siyonist eksenin parçalanmasıdır.
Dostumuz devrime yüzünü dönmüş emekçi halklardır!
Bu mücadelede Türkiye’nin emekçi halkı dostunu, emperyalistlerin, Siyonistlerin arasında bulamaz. Bugün General Hafter’in emperyalizmin, Siyonizmin maşası olduğuna kuşku yoktur ancak UMH ile de daha dün bunların emperyalizmin paralı askerleri olarak Kaddafi’yi devirdiğini, cesedini hayvan leşi gibi sergilediğini unutarak dostluk kurulamaz. Türkiye emekçi halkı dostunu İsrail’e karşı direnen Filistin halkında, Sisi diktatörlüğüne karşı devrimin közünün sönmesine izin vermeyen Mısır’ın işçileri ve emekçilerinde, devrime kalkışan Lübnan’ın, Cezayir’in, Sudan’ın, Irak’ın, İran’ın emekçi halklarında bulacaktır. Tüm bu emekçi halkları birleştirecek olan ise, 6. Filo’nun Akdeniz’den kovulması, İngiliz üslerinin Kıbrıs’tan sökülmesi, Irak’ta tek bir emperyalist askerin kalmaması, İncirlik’in, Kürecik’in kapatılması, Türkiye’nin NATO’dan çıkması, tüm bölge çapında anti-emperyalist anti-Siyonist bir birleşik cephenin inşası, İsrail’in yıkılması ve işbirlikçi, müstebit iktidarların devrilmesidir! Çözüm tüm halkların kendi kaderini tayin hakkının tanınması üzerinden yükselecek bir Ortadoğu Sosyalist Federasyonu’dur!
İşte bu, uğrunda savaşılacak bir davadır. Bu yol tüm halkları barışa ve esenliğe ulaştıracak tek yoldur!
Devrimci İşçi Partisi Merkez Komitesi