Devrimci İşçi Partisi bildirisi: İkinci Ergenekon dönemine hayır!

1. Hükümet ve yandaşları, Nedim Şener ve Ahmet Şık’ın sabahın erken saatlerinde düzenlenen baskınlarla gözaltına alınması ve daha sonra tutuklanması konusunda toplum çapında ve başta basında örgütlü sendikalar olmak üzere gazeteci örgütlerinde doğan infialin gerçek anlamını anlamamakta ısrar ediyorlar.

Hükümetin tavrı tam bir ikiyüzlülük örneğidir. (a) Hükümet üyeleri “yargının bağımsızlığı”ndan dem vuruyor. Bu topraklarda polisin insanları gözaltına almaya karar verdikten sonra savcıları noter gibi kullandığı bu kadar mı bilinmeyen bir şey? (b) Velev ki Ergenekon savcısı Zekeriya Öz bu gazetecileri kendi inisiyatifiyle gözaltına aldırmış olsun. İçişleri Bakanı’na bağlı polislerin gazetecilerin evlerini sabah karanlığında basması mı gerekiyor? Savcının talimatında “sabah gidin” mi yazıyor? (c) Başbakan Erdoğan geçmişte sayısız yargı kararını sert biçimde eleştirmemiş miydi? En son Yüksek Seçim Kurulu’nun gurbetçilerin oy kullanmasına ilişkin kararına destursuz saldırmadı mı? Neden ifade ve basın özgürlüğü söz konusu olunca eli kolu bağlanıyor? (d) Hükümetin bu meselede hiçbir dahli olmasa bile, polis ve yargı içindeki Fethullahçı örgütlenmenin, Ahmet Şık’ın gözaltına alınırken söylediği gibi, kendisine “dokunanı yaktığı” gözle görülür bir gerçekken, hükümet bu örgütlenme karşısında somut ihbar ve şikâyetler ortadayken neden eli kolu bağlı bekliyor?

2. Savcı Zekeriya Öz’ün gazetecilere kendi eliyle ve imzasız olarak (!) dağıttığı bildiri, Birinci Ergenekon üslubu ile yazılmış bir İkinci Ergenekon muhtırasıdır. (a) Savcı, Şener ile Şık’ın gözaltına alınmasının ve tutuklanmasının yazıları ve kitaplarıyla ilgisi olmadığını söylüyor. Ama basına sızan sorguda her iki gazeteciye de defalarca kitapları hakkında bilgi soruluyor. “Soruşturmanın gizliliği” dolayısıyla açıklanamayan başka deliller varsa bile, bu soruların sorulmuş olması, tutuklamanın en azından kısmen, söz konusu gazetecilerin kitaplarıyla ilgili olduğunu gösteriyor. (b) Aynen Genelkurmay bildirileri gibi, savcı da kendisine yöneltilen eleştirilerin “terör örgütünün hedef ve amaçlarına katkı sağlayacağı” iddiasında bulunarak eleştirileri bastırmaya çalışıyor. (c) Savcı, haddini tamamen aşarak, bütün eleştiricileri tehdit ediyor: “Bu istikametteki yayınlar tarafımızca özenle izlenmekte, hassasiyetle değerlendirilmektedir.” Yani savcı, Nedim Şener ve Ahmet Şık’a uygun görülen tavrı eleştiren herkese “sizi de Ergenekonculuktan içeri aldırırım” demektedir!

3. AKP hükümetinin destekçileri ve bu arada kendini solda sayanların bir bölümü, hükümete yaranma telaşı içinde, geçmişte kendilerinin de savundukları en basit hakların ne olduğunu unutmuşlardır. Nedim Şener ve Ahmet Şık’ın tutuklanmasını eleştirenlerin söylediklerinin ne olduğunu ya anlamazlıktan gelmekte ya da artık anlayamayacak kadar gerilemiş olduklarını kanıtlamaktadırlar. Söz konusu gazetecilerin Ergenekon ile hiçbir ilişkisi olmadığı konusunda kimse kefil olamaz. Önemli olan, tersine her tür delil varken, yani her iki gazeteci de bütün mesleki hayatları boyunca Ergenekon ve derin devlet eleştiricisi olmuşken, birdenbire Ergenekon zanlısı olarak ilan edilmeleridir. Bunun yanı sıra kamuoyunun yakından izlediği gazeteciler oldukları halde sabah karanlığında evlerinin basılmasıdır. Bu da yetmiyormuş gibi, artık bütünüyle bir ceza haline gelmiş olan tutukluluğa maruz bırakılmalarıdır. Bütün bu gerçekler karşısında gayet pişkince herkesin gözaltına alınabileceğini söylemek, bazı insanların gözaltina alınmasına tepki göstermenin yanlışlığını ileri sürmek, üstelik bunu Nedim Şener ve Ahmet Şık’a kitapları hakkında sorular sorulduktan sonra yazabilmek, özgürlüklere en ufak bir değer vermemekle eşanlamlıdır. Bir yazarın gerçekten yazdığı veya yazdığı iddia edilen kitaplar hakkında yargıç sorgusuna maruz kalması, bırakın basın özgürlüğünü, genel olarak ifade özgürlüğünün ayaklar altına alınmasıdır. Böyle bir durumda, “herkes gözaltına alınabilir” gibi sığlıkları fikirden saymak, hükümet taraftarlığından elde edilen çıkarlar dolayısıyla gözlerin kamaşmasına delalettir. Öte yandan, Nedim Şener ve Ahmet Şık’ın gözaltına alınmasına verilen tepkilerin aslında Yaşar Büyükanıt’ın Şemdinli Umut Kitabevi’ne yapılan saldırıda yer almış bir devlet görevlisi için “iyi çocuktur” demesiyle aynı şey olduğunu ileri sürmek, liberal soyut hukuk anlayışının mükemmel bir örneğidir. Büyükanıt o sözleri söylediği zaman yüz binlerce silahlı adamın tepesinde oturuyordu. Nedim Şener’i ve Ahmet Şık’ı savunan gazeteciler ve sıradan insanlar böyle bir etkiye sahip değiller ki! Bu farkı görmemek için insanın gözlerinin bağlanmış olması gerekiyor.

4. Nedim Şener ile Ahmet Şık, polis şefleri Hanefi Avcı veya Sabri Uzun adına kitap yazmış olduklarını kabul etmiş değiller. Ama bir an yazmış olduklarını varsaysak bile, bu, Ergenekoncu olduklarının bir delili olarak kabul edilemez. Bir kere, kırk yıllık Fethullahçı Hanefi Avcı’nın Ergenekoncu olduğunu iddia etme kolay değildir. Ayrıca, meslekten yazar olmayan insanlar kitap yazmaya kalkıştıklarında bu tür uygulamalar birçok ülkede son derecede yaygındır. Birçok ünlü, kitaplarını “gölge yazar” denilen, eli kalem tutan, kitabı okunur kılmayı bilen yazarlara yazdırır. Elbette, her gazeteci ve yazar kimin kitabını kaleme alacağı konusunda titiz olmalı, bunun hesabını verebilecek tercihler yapmalıdır. Ancak, Şener ile Şık’ın, Avcı’nın veya Uzun’un kitaplarını kaleme almalarını beğenmemek, en sert terimlerle eleştirmek başka bir şeydir, bunun hukuken suç olduğunu ileri sürmek başka şey.

5. Devrimci İşçi Partisi (DİP) ve öncülü siyasi oluşumlar (Devrimci İşçi Partisi Girişimi, İşçi Mücadelesi gazetesi), Ergenekon davasına da, darbe davalarına da ilk günden itibaren aynı ilkesel tutum temelinde yaklaşmıştır. Bugün “Ergenekon” adıyla anılan kontrgerilla, Türkiye’de 1960-80 arasında yükselen sınıf mücadelesine ve 1990’lı yıllarda ezilen Kürt halkının özgürlük mücadelesine karşı, burjuva devletinin kullandığı en gerici silahtır. Kontrgerilla, bütün biçimleri altında (Özel Kuvvetler Komutanlığı, JİTEM, gayriresmi olarak istihdam edilen eski faşist militan-mafya-itirafçı-polis-jandarma çeteleri vb.) lağvedilmeli, sadece eli silah tutanlar ve kontrgerillanın yöneticileri değil, bu meşum örgütün operasyonlarının siyasi sorumluları da yargılanarak cezalandırılmalıdır. Solun bir bölümünde (Batıcı-laik burjuva kampının sözde “ulusalcı” kuyrukçularında) görülen tutumla, kontrgerillaya karşı taarruza geçenin AKP hükümeti olması kontrgerillayı değerli kılmaz, şiddetle karşı devrimci olan doğasını değiştirmez. Saldıranın AKP olması, son yarım yüzyılın bu en gerici, en kanlı örgütünün üzerine gitmemek için bir neden olamaz. Buna karşılık, solun bir başka kesiminde (İslamcı burjuvazi ve AKP’nin destekçisi sol liberallerde) yaygın olan tutuma karşıt olarak, DİP, kontrgerillanın belirli kesimlerine karşı taarruza geçmesinin AKP’yi demokrasinin şampiyonu haline getirmediğini, hükümetin bu konudaki tavrının kendisine yönelen tehdit ile sınırlı olduğunu, hükümeti desteklemenin kontrgerilla ile mücadelenin gereklerini yerine getirmemek anlamına geleceğini vurgulayarak her aşamada kendi bağımsız tutumunu almıştır.

6. Devrimci İşçi Partisi’nin varisi olduğu siyasi çizgi, 28 Şubat 1997 askeri müdahalesine Türkiye solunda en kararlı biçimde karşı çıkan siyasi odaklardan biridir. Daha o dönemden başlayarak, solun, Refah Partisi gericiliği karşısında orduyu açık veya üstü örtülü tarzda destekleyen akımlarının, burjuvazinin politikasını yürüttüğünü açıkça ilan etmiştir. Aynı politik çizgiyi, 27 Nisan e-muhtırasına karşı soldaki en ciddi kampanyayı başlatarak, Genelkurmay Başkanı Yaşar Büyükanıt’ın yargılanmasını hemen ertesi günü talep ederek sürdürmüştür. Bu darbe karşıtlığı elbette “Darbe Günlükleri”nden bu yana ortalığa saçılmakta olan belgeler temelinde darbecilerin yargılanmasını da doğru bulması anlamına gelmektedir. Ancak, aynen kontrgerilla/Ergenekon konusunda olduğu gibi bu konuda da, AKP hükümetinin meseleyi kendisine yönelik darbe tehdit ve planlarıyla sınırlı tutması karşısında DİP sürekli olarak bütün darbecilerin yargılanmasını ve cezalandırılmasını talep etmiştir.

7. Devrimci İşçi Partisi, sol liberalizmin hayallerinden farklı olarak, AKP’nin kontrgerilla ve darbecilerin üzerine gitmesinin, Türkiye’de “ileri demokrasi” kurmak amacıyla yakından uzaktan bir ilişkisi olmadığını, bütünüyle Türkiye burjuvazisinin yükselen kanadı İslamcı burjuvazinin eski, yerleşik, hâkim Batıcı-laik kanat karşısında sermaye birikimi ve artı-değer üzerinde verdiği savaşın bir ifadesi olduğunu başından beri ifade etmiştir. Başka biçimde söylendiğinde, AKP’nin amacı güçlü bir rakibin koruyucusu olarak davranan birtakım güçleri alt etmektir. Amaç bu olunca, AKP’nin kendi derin devletini oluşturması da gayet mantıklıdır. Yargı ve güvenlik güçlerinde billurlaşan Fethullahçı örgütlenme işte bu yeni derin devletin çekirdeğidir. Biz Devrimci İşçi Partisi olarak bu yapılanmanın “İkinci Ergenekon” olarak anılmasının, doğasını doğru tarif etmek bakımından yararlı olacağı kanısındayız.

8. Birinci Ergenekon’u gerilettikçe ve AKP hükümetine karşı darbe planlarını teker teker yenilgiye uğrattıkça, İkinci Ergenekon cüretkârlaşmakta, en temel özgürlüklere saldırmayı bile hak saymaktadır. AKP’nin ve ortağı Fethullah Gülen cemaatinin “demokratlık” ile bir ilgisinin olmadığı, bütünüyle bir savaş vermekte olduğu ve bu savaşta her silahı mübah gördüğü, gerek KCK davasından, gerekse son dönemde sola yönelen saldırıdan (en başta da SDP ve TÖP’ün birtakım yöneticilerinin Devrimci Karargâh kisvesi altında aylardır tutuklu olmasından) da ortaya çıkıyor. Devrimci İşçi Partisi, bütün işçi hareketini, emekçi halkın örgütlerini, sosyalist ve devrimci demokrat solu ve elbette Kürt hareketini, bir yandan Ergenekon’un ve darbecilerin peşini hiç bırakmadan bu odakları ezme mücadelesi verirken, bir yandan da İkinci Ergenekon’un hile ve desiseleri karşısında uyanık olmaya ve bu odağa da herhangi bir güven duymamaya, destek vermemeye çağırır.

9. İkinci Ergenekon Birinci Ergenekon’un yerine göz koymuştur, onun yerine geçme mücadelesi vermektedir. Birincisinin lağvedilmesi, bütün olanaklarının elinden alınması, sorumlularının suçları bütün açıklığıyla ortaya dökülerek cezalandırılması ikincisinin işine gelmez. Ergenekon ve darbe davaları bu yüzden kasıtlı olarak böylesine kalabalık sanık kadrolarıyla, binlerce sayfa tutan iddianame ve yüzlerce dosya ekiyle, yıllardır süren tutukluluklarla tasarlanmıştır. AKP hükümeti ve cemaat bu davaların toplumu aydınlatacak biçimde sonuçlamasını istememektedir. Veli Küçük ile Türkân Saylan’ı, Şener Eruygur ile Nedim Şener ve Ahmet Şık’ı bu yüzden aynı torbaya koymaya yönelmektedir. Devrimci İşçi Partisi, işçi hareketine, Kürt hareketine, sosyalist harekete ve demokratik hakların yandaşlarına, Ergenekon ve darbe davalarına aşağıdaki taleplerle yaklaşma çağrısında bulunur:

  • Ergenekon ve darbelerin birinci elden sorumlularının iddianameleri derhal ikincil konumda olanlardan, hele hele sadece propaganda ve ideolojik faaliyet yürütenlerden ayrılmalıdır. Veli Küçük’ler, Muzaffer Tekin’ler, Şener Eruygur’lar, bütün darbeci generaller ve kontrgerilla şefleri hızla yargılanmalı ve hak ettikleri cezaya çarptırılmalıdır. Kontrgerilla lağvedilmelidir.
  • Ergenekoncuların 1980’e kadar işçi hareketine ve sosyalistlere, 1990’lı yıllardan bu yana Kürt halkına ve her aşamada Alevilere karşı cinayetleri mutlaka bu davalara dâhil edilmelidir.1 Mayıs 1977, Kemal Türkler suikasti, Maraş, Çorum, Sivas, Gazi ve 1993’ten itibaren yapılan “bin operasyon” derhal soruşturmanın bir parçası haline gelmelidir.
  • 12 Eylül darbecilerinin kontrgerilla ile işbirliği içinde yaptıkları darbe hazırlıkları ve darbe sırasındaki cinayetleri, darbe davalarının parçası haline gelmelidir. 28 Şubat askeri müdahalesinin sorumluları, başta Çevik Bir olmak üzere yargılanmalıdır. Kürt halkına 1990’lı yıllarda yönelen topyekûn kirli savaşın siyasi sorumlularından, en başta Tansu Çiller, Mehmet Ağar ve Sedat Bucak’tan hesap sorulmalıdır.
  • Ergenekon ve darbe davalarıyla ilişkisi ancak fikri düzeyde olan, bu yöntem ve örgütlerin ideologluğunu ve propagandasını yapan gazeteci, yazar, siyasetçi ve başka mesleklerden insanların tutukluluğuna, fiili olarak örgütleyici olduklarına dair kesin kanıtlar olmadıkça, son verilmelidir.

10. Devrimci İşçi Partisi, başta işçi ve emekçiler olmak üzere, sömürülen ve ezilen kitlelerin oluşturduğu büyük çoğunluğun yanında olan veya gönlü demokrasiden yana olan herkesi, burjuvazinin iki kampı arasında sürmekte olan, henüz askeri biçimler almamış politik iç savaşın tarafı olmaktan kaçınmaya, bu iki burjuva kampının karşısında bir Üçüncü Cephe’yi oluşturmaya çağırır. Kontrgerillayı ezecek, askerî darbeleri bu toplumun ufkundan çıkaracak olan, ancak ezilen halkın böyle güçlü bir odağı olacaktır.

 

Veli Küçük’ler ve Şener Eruygur’lar ötekilerden ayrılsın ve hızla cezalandırılsın!

Ergenekon’un 12 Eylül öncesinde ve sonrasında işçilere ve sosyalistlere, Kürtlere ve Alevilere karşı işlediği cinayetler soruşturulsun!

Kenan Evren, Tansu Çiller, Mehmet Ağar, Çevik Bir de yargılansın!

Nedim Şener, Ahmet Şık, Mustafa Balbay ve diğerlerinin tutukluluğu kaldırılsın!

Kontrgerilla lağvedilsin, sorumluları cezalandırılsın!

Darbeciler cezalandırılsın!

İkinci Ergenekon’a hayır!

 

Devrimci İşçi Partisi Merkez Komitesi