Devrim mi daha demokratiktir, seçim mi?
Moda şu: darbeye darbe demeyi bilmek gerekirmiş. “Demokratlarımız” şaşıracak: Obama’yı ya da Avrupa Birliği’ni bilmeyiz, ama biz başından beri “darbe” diyoruz. Ordunun yaptığı darbedir. Ama darbedir diye insanın hemen saygıdeğer “demokratlarımız” gibi bir tavır alması gerekmez.
Mısır halkı ise şimdilik ciddi bir demokratik rejim vaadi bile elde edebilmiş değil. Aslında tarihin gördüğü en tuhaf bileşimle, Mısır’da devrimin ilk zaferi ile “askeri darbe” denebilecek bir siyasi gelişme aynı madalyonun iki yüzü oldu. Mübarek defoldu gitti, ama iktidarı devrimci halka bırakmadı, Silahlı Kuvvetler Yüksek Konseyi’ne devretti. Şimdi Mısır’ı bir işkenceci istihbaratçı (Ömer Süleyman) ile ABD’nin sadık bendesi bir mareşal, yani Yüksek Konsey’in başında olan Savunma Bakanı Tantavi yönetecek. (“Mısır devrimine selam!”, 11 Şubat 2013)
Sanırsınız Mısır’da tarihler 12 Eylül 1980’i gösteriyor! Sanırsınız, Mısır’da masmavi bir gökte birdenbire bir şimşek çaktı, ordu aniden iktidara el koymak istedi, hatta bunun koşullarını bilinçli olarak hazırladı, sonra darbe yaptı! Sanırsınız, Mısır yüzlerce yıldır aynı parlamenter sistemle yönetilmekteyken birdenbire birileri geldi kuralları bozdu, demokrasiye kast etti! İslamcısından burjuva liberaline, oradan güya solcu liberaline kadar birçok yazar, televizyon gurusu, Ortadoğu “uzmanı” Mısır’da darbeyi kınıyor. Ne adına? Daha bir yıl evvel seçilmiş İhvan temsilcisi Muhammed Mursi’nin iktidardan düşürülmesinin demokrasiye aykırı olduğu fikri adına.
Durun bakalım. Önce yukarıya dönün ve 11 Şubat 2011 gecesi, Mübarek, milyonlarca Mısırlının devrimci gösterileri karşısında, işçi sınıfının yaygın grevleri karşısında tasını tarağını alıp gittiğinde bizim hasbelkader yazmış olduğumuz satırları okuyun. Ne olmuş 11 Şubat’ta? Devrimin ilk zaferi ile askeri darbe aynı madalyonun iki yüzü olmuş. O zaman “darbe oldu” diye yırtındınız mı? Hayır! Kimsenin aklına bile gelmedi.
Şimdi anlamaya çalışalım neden darbeye karşı çıkmadığınızı. Kimileriniz devrime katılmayan, Tahrir’e çıktığında üç-beş kişi yollayan İhvan’ın iktidarının önü açıldı diye elbette! Erdoğan’a kardeş geliyordu, darbeye karşı çıkılır mı? Kimileriniz Mısır da saatlerini Avrupa sistemine göre ayarlayacak, cici bir parlamenter demokrasi olacak, böylece burjuva demokrasisi Müslüman dünyada da esas siyasi biçim haline gelecek, biz de rahat edeceğiz diye elbette! Avrupa’ya benzer, onunla uyumlu bir rejime geçiliyor, darbeye karşı çıkılır mı?
Biz darbeye karşı çıkmadıysak farklı bir nedenledir. Biz Mısır’ın mülksüzlerinin, çulsuzlarının, sahipsizlerinin ayağa kalktığını görüyorduk, onların mücadelesinin önünü açan her şey bizim için mübahtı, dolayısıyla devrimin ilk zaferi darbe biçimini mi almış, alsın! Yenilmesinden ya da tıkanmasındansa çarpık biçimde gelişsin dedik. Zamanla olgunlaşır dedik. En sonunda işçi sınıfının önderliğinde bütün mülksüzlerin iktidarı ele geçirmesi için yaşanacak bir sürekli devrim sürecine dönüşmesinin önündeki engelleri şimdilik ortadan kaldırıyorsa olsun dedik. Mübarek’i devirdikten sonra orduya da başkaldırır dedik. Kendine güvenen bir halk kimseye boyun eğmez dedik. Haklı çıktık. Bir-iki ay içinde halk bütün eylemlerinin ana şiarı olarak şu sloganı seçti: “Yaskut yaskut, hükm-il asker!” Yani “Yıkılsın, askeri rejim!” Yıktı da! Mursi başa gelir gelmez, yukarıdaki alıntıda adı anılan Tantavi’yi görevden aldı. Nokta!
Bizim darbe ile tek sorunumuz, Mısır işçilerinin ve halkının kendi bağımsız örgütleriyle, partisiyle değil, burjuvazinin bir kurumu olan ve bütün bir hâkimiyet sisteminin merkezi gücü olan ordu aracılığıyla yürüyor olmasıyla ilgiliydi. Oysa bu sizi tam tersine memnun ediyordu. Ne güzel diyordunuz içinizden, “ayak takımı” (sevmezsiniz ya, büyük patronunuz sevmez ya!) inisiyatifi ele geçiremedi, ordu kontrollü geçişi, ABD emperyalizminin Arap devrimi için kullandığı kilit kavramla “düzenli geçiş”i sağlayacak!
Bir olguyu hatırlatalım size. 11 Şubat’tan sadece bir buçuk ay sonra Tantavi’nin önderliğinde Yüksek Askeri Konsey (YAK) kendi iktidarını sağlamlaştırmak ve süresini uzatmak amacıyla gülünç birtakım anayasal değişiklikleri halkoyuna sununca, devrim kampı buna karşı çıktı. Sizin çok demokrat İhvan’ınız ise bir an önce seçimler yapılsın da en örgütlü güç olarak biz kazanalım hesabı ile bu referandumda, hem de “Allah adına” olumlu oy kullanılması çağrısı yaptı. Sonra aylar boyunca devrimci halk, askeri yönetime karşı mücadele ederken İhvan sustu. Kendi işine gelince askeri yönetime evet, aleyhine dönünce haşa, demokrasiye aykırıdır!
Şimdi aradaki farka dikkat edin. Siz İhvan iktidarının yolunu açmak için darbeye ve askeri yönetime evet demişsiniz, biz işçi sınıfı ve mülksüzlerin iktidarı için, devrimin sürekliliği için.
Peki, bugün neden karşı çıkmalı darbeye? Siz İhvan ya da burjuva demokrasisi adına karşı çıkıyorsunuz. Biz proleter iktidarı için bir yarı yol adımı olduğu, daha ileri gidişi engellediği için. İtirazımız yine aynı: İşçi sınıfı ve mülksüzler kendi iktidar organlarını yaratamamış, burjuva ordusunun gücüne sarılmışlar. Siz? İkiyüzlülükten ölüyorsunuz! “Seçimler”, “demokrasi”, “meşruiyet”, “her darbeye karşı çıkmak gerekir”! Daha neler, daha neler!
Darbe cinayet midir?
Biz Mısır’daki darbeyi savunmadık. Ama “demokratik” olmadığı için değil, seçilmiş bir başkanı devirdiği için değil, yeterince ileri gitmediği için eleştirdik darbeyi. Devrimin zaferini engellemek için devrimin en önemli dolaysız talebine cevap veriyor, ama böylece de devrimin önünü kesmeye çalışıyordu. Onun için eleştirdik. Mursi’yi devirmekle yetindiği için, düzeni yıkmaya girişmediği için. Yani darbeden geri gitmek üzere değil, darbeyle durmamak üzere. Dolayısıyla, darbeye “demokrasiye aykırı” olduğu için karşı çıkanlara, Mursi’yi geri getirmek için karşı çıkanlara karşı mücadeleyi görev biliriz. Bazı şeyleri berraklaştırarak başlayalım.
Birincisi, moda şu: darbeye darbe demeyi bilmek gerekirmiş. “Demokratlarımız” şaşıracak: Obama’yı ya da Avrupa Birliği’ni bilmeyiz, ama biz bakın bu yazının başından beri “darbe” diyoruz. Ordunun yaptığı darbedir. Ama darbedir diye insanın hemen saygıdeğer “demokratlarımız” gibi bir tavır alması gerekmez.
İkincisi, her darbeye ilke gereği karşı çıkmak gerektiği hiç de doğru değildir. Portekiz’de 1974 devrimi bir ordu darbesi ile başladı. Portekiz burjuvazisinin Afrika sömürgelerinde kurtuluş savaşlarına karşı yıllardır sefere çıkartmakta olduğu orta kademe subaylar isyan etti, bir orgenerali başlarına aldılar, darbe yaptılar. Şimdi buna ne adına karşı çıkacaksınız? Portekiz sömürgeciliğinin idam fermanı olduğu için mi? Halkın mücadelesinin önünü açtığı için mi? Nitekim, Portekiz’de işçi sınıfı, askerler ve genel olarak halk, bu darbeyi son derecede güçlü bir devrime dönüştürmeyi bildi. Devrim başlatan bir darbeye neden karşı çıkacakmışız ki? Haydi, burjuva demokratlarını anladık, sol adına konuşup “her darbeye karşı çıkmak gerekir” diyenler bu durumda ne diyecekler?
Üçüncüsü, Mısır’daki darbeye cepheden karşı çıkmak, Mursi’nin göreve geri çağrılması için çaba göstermek demektir. İslamcıları anlıyoruz. Solculara sormak gerekiyor: siz delirdiniz mi? Bu satırlar yazılırken Kahire’de Adeviye meydanında İhvan yanlıları, Tahrir’de ise devrim kampı toplanmıştı. İlki Mursi’yi geri getirmenin mücadelesini veriyordu, ikincisi bunu engellemenin. Siz hangisinden yanasınız? Biz devrim kampından yanayız. Siz karşı devrim kampının peşine takılmakta olduğunuzu bile anlamıyor musunuz? Adeviye meydanı bizim için adavet meydanıdır. Tahrir meydanı ise, adının söylediği gibi, hürleşme, özgürleşme meydanı!
Parlamentarizmin yasaları mı, devrimin yasaları mı?
Mısır’da darbe meselesini sanki Britanya’da parlamentoya karşı kalkışma yaşanmış gibi sunmak dehşet verici bir sahtekârlıktır. Size tek bir olgu hatırlatalım: 22 Kasım 2012 günü, başkan seçilmesinden yaklaşık beş ay sonra, Mursi bir Anayasal Beyanname yayınladı. Bu beyanname, meclisin ve yargının bazı yetkilerini Mursi’nin elinde topluyordu. Şimdi Britanya’da, Fransa’da, ABD’de, hatta Türkiye’de bir cumhurbaşkanı ya da başkanın böyle bir ferman yayınlayarak, “bütün yetkiler benimdir” gibi bir açıklama yapmasının hiç olanağı var mıdır? Yoktur elbette. Peki, Mursi’ye bu girişimde bulunma cüretini veren ne? Mursi Mısır’ın bir devrim döneminden geçmekte olduğunu, böyle dönemlerde kuralların oyunun normal işlediği durumlardan farklı olarak temelde güçler dengesine bağlı olarak konulduğunu biliyordu. Bu durumu kendisine ve İhvan’a yontmaya kalkıştı. Cevabını derhal ve müthiş bir halk hareketiyle aldı. Çünkü devrim İhvan’ın ürünü değildi. Devrimin esas sahipleri, canlarını tehlikeye atarak Mübarek diktatörlüğüne son verenler, İhvan’ın kendi devrimlerini çalmasına izin vermedi. Verselerdi de Mısır İran mı olsaydı! Mısır devriminin üçüncü dalgası geçtiğimiz 22 Kasım’da başladı. Bugün “İkinci Mısır Devrimi” diyenler, uzunca bir süre uyuduktan sonra halkın mücadelesinin kulakları sağır edici gürültüsüyle uyanmış ve olayı orta yerine yakalamış seyircilere benziyor!
Sorumuz şu: Mursi öyle kendi başına Anayasal Beyanname ilan eder de halk neden Mursi’yi devirmeye girişemez? Yağma yok! Devrim tarihin özel bir dönemidir. Devrim halkın ilan ettiği olağanüstü haldir. Bütün tarih boyunca susturulmuş, hâkim sınıfların şu ya da bu kanadınca yönetilmeye mahkûm edilmiş, bunu kabul etmediğinde başına bin bir türlü iş gelmiş olan halk, şimdi başını kaldırmış ve şöyle demiştir: “Yasa benim sözümdür!” Halk “L’Etat, c’est moi!” demiştir! İşte Mursi’nin devrilmesi o yasaya, devrimin yasasına göre olmuştur. Kimi gözlemciye göre 17 ila 24 milyon insan sokağa çıktı Mısır’da 30 Haziran’da. (Mursi, başkanlık seçiminin birinci turunda 6 milyon, ikinci turunda 13 milyon oy almıştı. O 13 milyonun çok yarısı muhtemelen şimdi sokaklarda! Halkın talebi açıktı: “Mursi defol!” Bu hareket daha iki buçuk yıl önce Mübarek’in sultasına son veren milyonların hiçbir kesinti olmaksızın devamıydı. Yani devrimin meşruiyetini olduğu gibi taşıyordu. Onun sözü yasadır. O yasa sayesindedir ki Mısır demokratikleşiyor. Köhnemiş parlamenter sistemin kurallarını devrimin üzerine çıkaranlar, tarihin nasıl ileriye doğru aktığını anlayamayanlardır. Devrimci bir halkın sesinden daha demokratik bir şey yoktur.
AKP sözcülerini ve onların liberal yağcılarını bir tarafa bırakıyoruz. Kendini solda görenler arasında bugün Mursi’nin anti-demokratik yöntemlerle düşürülmüş olduğunu söyleyip görevine iade edilmesi gerektiğini düşünenlere ilişkin şunu da eklemeden geçemeyeceğiz. Bugün bu kafa karışıklığının temelinde yıllarca devrim ile demokrasiyi karşı karşıya getiren, demokrasiyi de böylece parlamenter demokrasiye indirgeyen bakış açısı vardır. Bunun en somut ifadesi Kürt sorunu ile ortaya çıkıyor son dönemde. Sorunun siyasi yöntemlerle çözümü hemen “demokratik” çözüm oluveriyor. Oysa siyasi çözüm bazen hiç de demokratik sonuçlar vermeyebilir. İşin acı yanı, bu kavram kargaşasına başlıca katkıyı Kürt hevallerimizin kendilerinin yapması.
Bunun acı bir meyvesini Meclis İnsan Hakları Komisyonu’nun Mısır’daki darbe sonrasında kabul ettiği kararda görüyoruz. Komisyon oybirliğiyle bir karar alıyor. Yani BDP’yi temsilen de bu kararın altına imza atılıyor. Ne yazıyor, okuyalım:
“Dünya'daki örneklerinden bilindiği üzere darbe zamanlarında idamlar, işkenceler, uzun gözaltılar, haksız tutuklamalar ve başkaca insan hakları ihlallerinin olağan biçimde yaşandığı herkesçe bilinmektedir. Demokrasilerde seçilmiş iktidarlar ancak yine önceden belirlenmiş kurallarla el değiştirirler. Bunun dışında yapılan her türlü müdahale demokrasiye, hukuka ve insan haklarına aykırıdır. Mısır'da yapılan da daha önce onlarcasını gördüğümüz ve demokrasi, hukukun üstünlüğü ve insan haklarını ayaklar altına alan darbelerden biridir. Yetkisiz bir şekilde gasp edilen iktidar derhal halka iade edilmelidir. Dünyadaki bütün demokratik kurum ve kişiler, içinde insan hakları ihlali potansiyeli barındıran böylesi girişimlere karşı açıkça tavır almalıdır. Türkiye Büyük Millet Meclisi İnsan Haklarını İnceleme Komisyonu olarak Mısır'daki askeri darbeyi kınar, iktidarın bir an evvel halka teslimini ve darbe girişimlerinin bir daha tekrarlanmamasını temenni ederiz.” (Vurgu bizim.)
Görüldüğü gibi, iktidarın “iade edilmesi” gerektiği söyleniyor. Kime? Halka. İktidar “halk”ın elinde mi idi? İktidar Mursi’de idi. Halk Mursi’yi indirmek üzere ayaklandı. Bu nasıl cümle? Şimdi bu komisyon insan hakları adına devrimin iradesine karşı çıkıyor. Mursi’nin göreve iade edilmesini talep ediyor. Komisyonda ne demokratlar var, ne insan hakları savunucuları! İnsan hakları şampiyonu Tayyip Erdoğan’ın baş danışmanı Yalçın Akdoğan. Tayyip Erdoğan’ın eşi Emine Hanım’a bel kırarak politika yapan Mehmet Metiner. Ermenilerin 1915’te kitlesel katliamdan geçirildiğini, zahir insan hakları adına inkâr eden Eski Türk Tarih Kurumu başkanı Yusuf Halaçoğlu. Yıllarca faşist görüşler savunmuş, sonra kapağı “ulusalcı” kontenjandan CHP’ye atmış eski Ankara Ticaret Odası başkanı Sinan Aygün. Bunlar insan hakları adına Mursi’nin görevine iade edilmesini talep ediyorlar. Ey, komisyon üyeleri! Siz Mısır’a laf yetiştireceğinize Roboskî’de (Uludere’de) ne oldu onu açıklayın. Alt komisyon kurdunuz, üst komisyon oldunuz, çoğu çocuk 34 insanın katledilmesinin üstünü örttünüz!
İşte BDP’li dostlarımız da Mursi’nin göreve iadesini bu insanlarla birlikte savunuyor! Halimiz yaman!
Devrimci tavır ne olmalı?
Lenin’in kullandığı bir benzetme vardır. Akıldan söylüyoruz. Devrime giden yolun Nevski Bulvarı’na benzemediğini söyler. Nevski Prospekt, bizim Deli Petro diye adlandırdığımız, dünyanın geri kalanının ise Büyük Petro olarak andığı çar tarafından yaptırılan, o dönem Rusya’sının başkenti olan Petrograd’ın (bugün San Petersburg) çok geniş ana caddesidir. Ankara’nın Atatürk Bulvarı deyin. Lenin diyor ki, devrim birçok karışık arka yola sapar, yan yollardan geçmek zorundadır, dümdüz ilerlemez. Bunu anlamayan devrimci olmasın.
Mısır devrimi, tarihin gördüğü en büyük devrimlerden biri olmaya aday. İki buçuk senedir yatışmak bir yana, büyüyerek sürüyor. Üç dalga yaşadı.i Ocak-Şubat 2011’de Mübarek’i devirdi. Kasım 2011’de Yüksek Askeri Konsey’i sarstı, başkanlık seçiminin önünü açtı. Yoksa Yüksek Askeri Konsey (YAK) anayasa yapılana kadar başta kalmayı planlıyordu. Mursi onun sayesinde başkan seçildi. Ve borcunu ödedi: YAK hâkimiyetine son verdi. Devrim, Kasım 2012-Temmuz 2013 dalgasıyla ise Mursi’yi devirdi. Yani bir bakıma şimdiye kadar üç düşman devirdi.
Şimdi dikkat! Bunların hiçbirini kendi iktidarını kurarak yapmadı. İlkinde ve şimdilik sonuncusunda, yani Mübarek ve Mursi’de orduyu kullanmış oldu. İkincisinde ise orduya karşı Mursi’yi kullandı. Bunu anlamak son derecede önemli. Son tahlilde içerikte kazanan devrim oldu. Ama biçim önemsiz değildir. O biçim hâlâ halkın kendi iktidarı değildir. Halkın iktidarı kazanmasının tek bir yolu var. O da Mısır işçi sınıfının sendikal alanda gösterdiği muazzam atılımı siyasi alanda da göstermesi, halkın önüne düşmesi, devrimci bir partide örgütlenerek iktidarı ele geçirmesi. Bir mülksüzler devrimi olarak Mısır devriminin esas özlemi budur. Bu gerçekleşene kadar tarih yan yollardan, arka sokaklardan ilerlemeye devam edecektir!
Biz devrimci Marksistler İhvan’ı devirmekten başka derdi olmayan “ulusalcı”lardan farklı olarak, Mısır’da yaşanana darbe diyoruz. Ordu, devrimi önlemek, kontrolden çıkmak üzere olan durumu denetim altına almak için, yenişemeyen iki kampın arasından sıyrılarak Bonapartist bir darbe yapmıştır. Darbeyi yadsımanın anlamı şudur: İşçi sınıfının ve halkın bağımsızlaşmasını önemsemiyorsunuz demektir. Biz proletarya devrimcileriyiz. Her şeyi proletaryanın hâkim sınıf ve güçlerden bağımsızlaşması mihenk taşına vurarak ölçeriz.
Biz askeri darbeyi benimsemiyoruz. Ama “demokrasi” adına değil. Mursi’nin göreve iadesini savunanlar karşı devrimci kampı savunmuş oluyorlar. Biz askeri darbeye sadece devrim adına karşı çıkarız. Onun kanunu adına. Ancak işçi sınıfının ve halkın bütün hâkim sınıf güçlerinden ve tabii ki ordudan bağımsızlaşması, kendi iktidar organlarını oluşturması ve devrimci bir partinin önderliğinde iktidarı almasıyladır ki halkın devrimci demokratik iradesi tatmin olacaktır. Bunu ordunun yapması mümkün değildir. Ama bu halk ne orduya boyun eğer, ne İhvan’a. Devrim yolunu yine bulacaktır!
1 Bu konuda ayrıntılı bilgi şu yazımızda bulunabilir: “Arap devriminin sorunları”, Devrimci Marksizm, sayı 17/18, Kış/İlkbahar 2013.