Affetme bizi Hrant, affetme!

Biz bu beş yılı boşa geçirdik azizim Hrant. O yüzden iyisi mi, biz kendimizi, birbirimizi affetsek de, vazgeçtim sen bizi affetme ahbarik! En azından bir süre daha!

 

“Bunca bilgiden sonra ne bağışlaması?Düşün bir,

Tarihin hilekâr geçitleri, yapmacık dehlizleri ve

Meseleleri çoktur, aldatır fısıldaşan ihtiraslarla,

Yönlendirir bizi abes aracılığıyla...”

 -T.S.Eliot- 

Beş yıl geçti üstünden! Beş koca yıl. Ne mi yaptık, bu koskoca beş yılda sosyalistler, devrimciler, enternasyonalistler olarak; seni, davanı sahiplenmek, tarihin görmüş olduğu bu en büyük soykırımla ilgili doğruyu, gerçeği emekçilere, işçilere, yoksullara, Nâzım’ın deyişiyle “büyük insanlığa” anlatabilmek adına? Seni katleden el ile, Tekel direnişini boğan, grevleri, işçi eylemlerini kıran, HES’lere karşı mücadele eden kadınları coplayan, Cumartesi Anneleri’ne biber gazı yediren, Kürt halkını asit kuyularında eriten, hapislere tıkan, Maraş’ta, Çorum’da, Sivas’ta Alevileri ateşe atan elin, Ermenisi ile Rumu ile, Süryanisi ile bu toprakların zenginliklerini yok eden, etmeye devam eden fabrikaları, limanları, hayatı “özelleştiren” elin aynı el olduğunu anlatmak adına? Birkaç küçük istisna dışında koskoca bir hiç!  

Peki ne öğrendik bu beş yılda? Daha doğrusu hâlâ kavrayamadığımız neleri başımıza vura vura hatırlattılar bize? Hukukun bir oyun, adaletin bir ninni olduğunu (en çok da senin davanda) meselâ. Burjuvazinin en büyük ve en yaratıcı uyuşturucu taciri olarak (gerçek uyuşturucular bir yana!), “toplumsal barış”, “azınlıklara saygı”, “tarihle yüzleşme”, “demokratik açılım”, “yeni anayasa”  gibi aslında hiç de yeni ve orijinal olmayan ama çok “Avrupai” uyuşturucuları hâlâ üstelik “aydın”, “entellektüel” görünenlere dahi satabildiğini meselâ. Bazı anlarda, senin davanı sahipleniyor gibi görünüp de, başka hemen her alanda (işçi sınıfına yapılan saldırılarda, “KCK davası” adı altındaki korkunç kıyımlarda, emperyalizmin “Füze Kalkanı” projesi ve Suriye’ye saldırı hazırlığı tartışmalarında) düzenle işbirliğini alışkanlık haline getiren sağlı-sollu tüm liberallerin “büyük biraderleri” ile uyumlu yeni ve küçük masallar anlatmada ne kadar yetenekli olduklarını meselâ. Amerikan filmlerindeki eşsiz(!) ve evrensel(!) “iyi polis/kötü polis” senaryosunun bu masal anlatıcısı; Ahmet Altan, Ertuğrul Özkök, Murat Belge ve muadili nice ağabeyler tarafından nasıl da yeniden ve yeniden üretildiğini meselâ. İşçilerin/sendikacıların hepsinin özelleştirme karşıtı olmadığını, Kürtlerin tamamının“PKK’lı” (pardon artık “KCK’lı”) olmadığını, Ermenilerin hepsinin “soykırım” demediğini,  Kürt Alevilerin tamamının Seyit Rıza’nın huyundan gelmediğini, Arap Alevilerin tümünün Suriye ajanı olmadığını, kadınların hepsinin kocadan/babadan/sermayeden bağımsız, özgür bir kimlik peşinde olmadığını, HES’lere, nükleer santrallere karşı çıkan, topraklarını sahiplenen köylülerin hepsinin “eşkıya” olmadığını, hatta ve hatta bütün Marksistlerin, sosyalistlerin devrimci ve tehlikeli olmadığını (Bkz. Erdoğan’ın 11 Haziran 2011 balkon konuşmasındaki DSİP teşekkürü) velhasıl bütün bunların çok şükür ki bir de iyi huylu, “beyaz” versiyonlarının bulunduğunu, onların cici ve muteber olduğunu, muhatap alınması gerektiğini meselâ.  

Oysa sen onların oyununu ne güzel bozuyordun! Nasıl inatla ve sabırla, yüzündeki gülücüğü, yüreğindeki insan sevgisini hiç kaybetmeden, kabalaşmadan tane tane anlatıyordun halkının meselesini. Ne acı ve ne mutlu ki ölümünle bile yaptın, öldükten sonra bile yapmaya devam ediyorsun.

Biz senden hiçbir şey öğrenememişiz ahbarik! Hiçbir şey! Senin Ermeni olduğu için katledildiğini ama son nefesine kadar da sosyalist dünya görüşünden ve halkların kardeşliğine duymuş olduğun sarsılmaz inançtan bir an bile ödün vermemiş olduğunu bile unutmuşuz kardeşim. Yoksa bu yalanlarla dolu sermaye oyununun, düzeninin en azından bir kısmını bozmuş olurduk bu koca beş yılda. Ne var ki beceremedik, çok az becerdik. Affet bizi kardeşim!

Biz belki kendimizi affedebiliriz. Üstelik bahaneler, mazeretler her gün daha da artarken! “Baskılar, operasyonlar” deriz, “Ne yapalım ki zayıfız, güçsüzüz” deriz, “Zamanını bekliyorduk” deriz, “Ailem, çocuklarım, işim” deriz, “Ama” deriz, “Aslında” deriz.  Oysa sen bunların hiçbirini demedin ve hep öyle devam ettin yoluna. Belki de seni, hepsine bizzat şahit olduğum sahnelerde; Antakya’nın emekçi kahvelerinden, Şırnak’ın mezralarına, Adana’daki işçi mahallelerine kadar insanların gözünde, Yılmaz Güney gibi, Deniz Gezmiş gibi, Kemal Pir gibi neredeyse bir “aziz” mertebesine ulaştıran şeylerden biri de bu özelliğindi.

Velhasılı, biz bu beş yılı boşa geçirdik azizim Hrant. O yüzden iyisi mi, biz kendimizi, birbirimizi affetsek de, vazgeçtim sen bizi affetme ahbarik! En azından bir süre daha!