2017’ye doğru...

2011’le birlikte hangi burcun hakimiyetine girdiğimizi bilmem. Ama Sakarya Komünü yılından çıkıp Paris Komünü yılına girdiğimizi biliyorum.

Geride bıraktığımız 2010, dünyada da coğrafyamızda da insanlığın kaderi bakımdan önemli gelişmelere tanık oldu. Geçtiğimiz yıl içinde kapitalizmin hakimiyeti bakımından yeni çatlaklar belirdi, sınıf mücadelesinde önemli kıpırdanmalar başladı. 2010 yılı, dünyada ekonomik krizin kalıcılaştığı yıldı; Avrupa’da devletlerin iflasın eşiğine gelmesi karşısında büyük işçi kitlelerinin sokağa döküldüğü yıl oldu; Türkiye’de ise sınıf mücadelesinin son yıllarda görülmemiş bir düzeye yükseldiği bir yıl olarak başladı, Kürt halkının gür sesinin bütün topluma eriştiği yıl olarak kapandı.

Kapitalizmin dünya çapındaki ekonomik krizi 2007’de ilk işaretlerini verdikten sonra 2008 sonunda bir yangına dönüşmüştü. 2009 dünya ekonomisinin gerçek bir çöküşün eşiğine ulaştığı yıldı. Yıl sonuna doğru makroekonomik göstergelerin düzelmesi, krizin sona ermekte olduğu yanılsamasını yarattı. Ama 2010 krizin sadece yer değiştirmiş olduğunu, dün özel finansal kurumların çöküş tehlikesi varken, bugün bunun yerini devletlerin mali iflası riskinin aldığını açıkça ortaya çıkardı. Yunanistan ve İrlanda ancak tarihte görülmemiş büyüklükte yardım paketleriyle kurtarıldı. Sırada Portekiz, İspanya ve başka Avrupa ekonomilerinin beklediği biliniyor. 2008, 21. yüzyılın ilk Büyük Depresyonu’nun başladığı yıldı. 2010, bunun burjuva dünyasının bilincine çıktığı yıl oldu.

Avro bölgesindeki mali iflas olasılıkları, beraberinde sınıf mücadelesinin kapitalizmin beşiği olan Avrupa kıtasına sert bir giriş yapmasını getirdi. Yunanistan, Fransa, Portekiz, İspanya yıl içinde milyonlarca işçinin katıldığı dev eylemlerle sarsıldı. Yunanistan ile birlikte Fransa, İtalya ve Britanya’da öğrenciler de işçi sınıfının izinde yürümeye başladı.

Türkiye’de 2010, tarihe Sakarya Komünü’nün yılı olarak geçecektir. Tekel mücadelesi bugün yenilmiş bir mücadeledir. Tarihte birçok büyük işçi eyleminin olduğu gibi. Bunun sorumluluğunun sendikal hareketi bir kanser gibi sarmış olan bürokraside yattığını biliyoruz. Tekel, işçi sınıfına bürokrasiye güvenmemeyi öğretebilirse, en büyük mirası bırakmış olacaktır. Tekel eylemi aynı zamanda Türkiye işçi sınıfının uzun durgunluğundan sıyrılmaya başladığını gösteriyordu. Tekel’i unutmayın!

2010, bu coğrafyada aynı zamanda Kürt hareketinin bütün bileşenleriyle sesini yükselttiği, Kürt halkının meşru taleplerini dile getirdiği, buna karşılık ezen ulus temsilcilerinin kelimenin gerçek anlamıyla saçmalamaya başladığı yıl oldu.

2011’le birlikte sadece yeni bir yıla girmedik. Aynı zamanda, yeni bir onyıla girdik. Yaşı yetenler hatırlasın: 2000’de ve 2001’de “milenyum” edebiyatı nasıl da kapitalizmin şaşaalı zaferini kutluyor, “tarihin sonu”nu ilan ediyordu! Sonra yeni binyılın ilk onyılına kapitalizm emperyalist karakterini en çirkin biçimde ortaya koyarak başladı: Bu onyıl emperyalizmin birleşik güçlerinin on binlerce Afganı ve bir buçuk milyon Iraklıyı katletme onyılıdır. Onyılın başı emperyalizmdi, sonu ekonomik iflas! Bu iki felakete iklim değişikliğini ve diğer çevre katliamlarını da eklerseniz, insanlık için esas gerekli olanın, tarihin değil kapitalizmin sonu olduğunu anlamanız kolaylaşır!

2011’le birlikte hangi burcun hakimiyetine girdiğimizi bilmem. Ama Sakarya Komünü yılından çıkıp Paris Komünü yılına girdiğimizi biliyorum. Tarihin ilk proleter devriminin 140. yıldönümünü kutlayacağız bu yıl. Ondan sonra ver elini 2017, Ekim devriminin yüzüncü yılı. Kim bilir, belki 21. yüzyılın ilk devrimleri de krizden ve savaştan doğan yangın içinde yüzlerini göstermeye başlarlar bu yeni onyıl içinde!