Sudan: Karşı devrim, devrimi uyandırdı!
Burjuva siyaset biliminin, parlamenter ahmaklık yandaşları tarafından solda taklit edilen içi boş biçimciliğinin, nafile olduğunun son yıllarda Sudan'da olduğu kadar açık bir şekilde ortaya çıktığı nadirdir.
Sudan devrimi, aylar süren mücadeleden ve silahlı kuvvetlerin katlettiği birçok şehit verdikten sonra, Nisan 2019’da meşum Ömer el Beşir’in 30 yılı aşkın süren diktatörlüğüne son verdi. O zamandan bu yana, Ömer el Beşir hapiste yatıyor. Biz bunu, Sudan devriminin ilk zaferi olarak adlandırdık. Öte yandan, tüm Batı düzeni, meydana gelenin “Sudan'da askeri darbe” olduğuna hükmetti. Bunun sebebi basitçe, dört kuvvet komutanının, 6 Nisan'dan beri silahlı kuvvetler Genel Komutanlığı'nı kuşatan kitle hareketinin baskısı altında, 11 Nisan’da el Beşir'in evine girip, onu tutuklaması ve hapse göndermesiydi. Ülkede gücü eline toplayan, askeriye içerisindeki kuvvet komutanlıklarının eşit temsiliyle kurulan bir organ olan Geçiş Dönemi Askerî Konseyi idi. Ancak devrimci halk, göstermelik bir taviz yerine gerçek bir rejim değişikliği talebiyle Genel Komutanlık önünde oturma eylemine devam etti. Sonunda, 3 Haziran'da yüzden fazla şehidin düşmesinden ve 30 Haziran'da devrimci kitlelerin büyük tepkisinden sonra, ordu, Geçici Egemenlik Konseyi adı verilen ortak bir askeri-sivil konsey kurulmasını önerdi. Bu konseyin 2023'te yapılacak serbest seçimlerle ülkeyi 39 aylık bir süre içinde demokratik bir rejime götürmesi gerekiyordu. Sözde “uluslararası toplumun” uzun süreli hizmetkârı, Birleşmiş Milletler görevlisi, Sudan'ın içinden geçmekte olduğu fırtınalı devrime rağmen bağlı kalacağı kapitalist yolun garantörü olan Abdullah Hamduk başkanlığında bir hükümet kuruldu. Dolayısıyla, iktidar paylaşımı uzlaşması, aynı zamanda yeni rejimin kaderini emperyalizmin emirlerine bağlamanın bir formülüydü.
Birkaç gün önce, 25 Ekim 2021'de, silahlı kuvvetlerin lideri Abdülfettah el Burhan tarafından yönetilen bu Geçici Egemenlik Konseyi’nin askerî bileşeni, olağanüstü hal ilan ederek ve Konsey’in sivil üyelerini ve Başbakan Hamdok’u gözaltına alarak, tüm eyalet valilerini ihraç ederek ve teknokrat bir hükümet kurma sözü vererek bu hükümet sistemine toptan saldırdı. Aynı Batılı koro, bu hareketi bir kez daha “askerî darbe” olarak nitelendirdi.
Yani, bir devrimin karşı konulmaz baskısı altında 30 yıllık bir diktatörün devrilmesine yol açan bir eylem ile aynı devrimin bazı liderlerinin hükümetten atılmasına yol açan bir eylemin her ikisi de aynı adla anılıyor! Ne kadar aydınlatıcı! Şu siyaset bilimi nelere kadir! Aslında, her iki durumda da “askerî darbe” tanımının faydası, sis perdesinin ardında yatanı gözden gizlemesidir. El Beşir'in devrilmesi, ülkeyi yöneten ordunun rejimi devrimin daha radikal bir zaferinden kurtarmak için liderine ihanet ettiği ve onu feda ettiği bir “düzenli geçiş”ti. Bu, ABD emperyalizminin 2011'de Arap devrimleri için tasarladığı ve Mısır ordusu sayesinde Hüsnü Mübarek'e karşı başarıyla uyguladığı formüldü. Sudan ordusu El Beşir'e karşı bu modeli taklit etti. Bizzat El Beşir'in, daha bir buçuk ay önce 22 Şubat'ta, merkezî hükümeti tek taraflı olarak feshettiği ve tüm eyalet valilerini görevden aldığı düşünülürse buna askeri darbe demek de akıllara zarar. Dolayısıyla ülke zaten askerî yönetim altındaydı! El Beşir'in devrilmesi olayının tamamı, aslında, dolambaçlı bir siyasi devrimdi.
Öte yandan, Geçici Egemen Konsey’e indirilen darbe bir anlamda bir "askerî darbe" idi. Fakat ülke zaten yarı askerî bir rejime sahipti ve devlet başkanı pozisyonu zaten Genelkurmay Başkanı el Burhan’ın ellerindeydi. Ordu, devlet gücünün yarısından fazlasına sahipti. Gelişmelerin bir “askerî darbe”ye indirgenmesi, bu eylemin gerçek özünü de gizliyor: Bu, Sudan devrimini bastırmayı amaçlayan bir karşı devrimdir. Devrimin Temmuz 2019'da bu karma Egemen Konsey’in kurulmasıyla durdurulduğu doğrudur. Ancak bu, o zaman kullandığımız ifadeyle “devrimin tasfiyesine doğru atılmış bir adım” idi sadece. Yani bu devrimin sonu değil, bir metaforla ifade etmek gerekirse, tam da bu eylemle devrimin derin dondurucuya koyulmasıydı. Ordunun beklediği şey, bu tertiple, halk kitlelerinin devrimci coşkusunun, yasal inceliklerle ilgili gündelik tartışmaların sıkıcılığında buharlaşacağı, halkın normal hayatına geri döneceği ve böylece ordunun üstünlüğü ele geçireceğiydi. Dolayısıyla onlar için devrimin tasfiye sürecinin ilk adımıydı.
Ancak, anlaşmanın şartlarından biri olan Geçici Egemenlik Konseyi başkanlığının bir sivile devredilmesi vaktinin yaklaşması ve daha da önemlisi, sivil kanadın, kitlelerin acımasız katili General Muhammed Hamdan Dagalo “Hamidi”’nin yönettiği Çevik Destek Güçleri’nin ordunun ana gövdesi içinde massedilmesinde ısrar etmesi, ordunun hem siyasi hem de ekonomik imtiyazları üzerindeki tehditlere artık tahammül edemediği bir duruma yol açtı. Bu nedenle, devrimden geriye kalanları ortadan kaldırmak için devrimin uyur vaziyetteki güçlerine karşı harekete geçmeye karar verdi.
Ve devrim, uyanan bir aslan gibi başını doğrulttu.
Devrimin iç çelişkileri
Temmuz 2019’da asker-sivil karışık Askerî Geçiş Konseyi kurulunca şöyle yazmıştık.
“11. üye ister emekli general olsun, ister Sudan Barosu başkanı, isterse Mars’tan gelmiş olsun, durum değişmez. Belirleyici olan şudur: Geleceğin siyasi rejiminin temellerinin oluşturulmasında ordunun da rolü olacaktır. Bu ordu, Ömer el Beşir’in katil rejimini otuz yıl boyunca desteklemiş olan, Darfur’da birçok yorumcunun “soykırım” olarak anacağı kadar kitlesel bir katliamı gerçekleştiren, Güney Sudan ile çıkan iç savaşta iki milyona kadar yükselen bir ölüm tablosunu yaratan ve de 2000’li yıllarda ülkenin (Güney Sudan’ın 2011’de ayrılmasından sonra dörtte üçü yitirilen) petrolünden, şimdi ise çeşitli bölgelerde keşfedilen altınından nemalanan ordunun ta kendisidir! Ordunun üst kademesinin iktidar üzerindeki kontrolünden kendiliğinden vazgeçeceğini düşünmek için hiçbir neden yoktur.”
Tamamen haklı çıktık! Şunu söylemekte de haklıydık:
“Buna, konseyin başkanlığının ilk 21 ay boyunca askeriyenin elinde olacağını eklersek, insanın, generallerin devrimlerin evrensel yasası olan zamanın işin özünden olduğu gerçeğini kendi hanelerine yazacaklarını söylemesi için kâhin olmasına gerek de kalmaz”
Bunlar, ordunun da dahil olduğu böyle bir konseyin oluşturulmasının kabul edilmesinin ve hatta ilk iki yılda onlara konsey başkanlığının verilmesinin şimdi devrim güçlerini getirdiği çıkmazı açıklıyor. Ancak bir noktada yanıldık:
“Generallerin son derecede gerçekçi hesabı, Egemen Konsey’in geleceğin anayasasını hazırlamaya girişip karmaşık hukuki inceliklere dalmasıyla birlikte halk kitlelelerinin politikaya ilgisinin sönümleneceği, halkın zaten sekiz aylık devrim sürecinde, hele hele iki aylık işgal döneminde neredeyse durmuş olan ekonominin yaratacağı sıkıntıları aşma derdine düşeceğidir.”
Elbette ordunun niyetleri konusunda haklıydık, ama Sudan'ın devrimci halkının ruh halini doğru şekilde kestiremedik. Sudan halkından aldığımız sürpriz yalanlama budur. Gerçekten çok makbul bir çürütme. Yanıldığımızı öğrendiğimiz için hiç bu kadar mutlu olmamıştık!
Böylece devrim, içine düştüğü çok zor durumdan kurtulmak için ihtiyaç duyduğu güç kaynağını bir kez daha bulmuştur. Ancak, şimdi devrimin hayatta kalmak ve daha da güçlenmek için hangi yöne gitmesi gerektiğini belirlemek büyük öneme sahip.
Geldik işin püf noktasına. Sudan'dan alabildiğimiz sınır bilgilere göre, anlaşılan devrim güçleri tarafından savunulan iki farklı çizgi var. Bir yanda eski duruma dönmek isteyenler var. Sudan içinde bağlantıları olan ve devrim hakkında en bilgili kaynaklardan birinden alıntı yapalım:
“Özgürlük ve Değişim Güçleri Merkez Konseyi, Direniş Komiteleri, meslek odaları ve sendikalara bağlı çok sayıda kuruluş, gösterilerin başta Anayasal Belgeye bağlılık ve dahası Egemenlik Konseyi başkanlığının sivillere devredilmesi ve güvenlik sektöründe reform gibi bir dizi talebi hedeflediğini duyurdu.” (https://www.dabangasudan.org/en/all-news/article/sudan-military-seizes-power-arrests-pm-and-civilian-ministers-in-dawn-coup).
Savunulan program açık: Egemenlik Konseyi korunacak ama konsey başkanlığı sivil kanada devredilecek. Bu kanadın darbecilerle barış yapmaya çalışan son derece ılımlı bir kanat olduğunu iyice açıklığa kavuşturmak için şunu da ekleyelim: “Sudan Doktorlar Merkez Komitesi… barışa bağlı kalınması ve provokasyon girişimlerine kapılınmaması çağrısında bulundu” (aynı yerde).
Ancak, devrimci kitleler içindeki güçler dengesinde olumlu bir değişim görülüyor. Yukarıda bahsettiğimiz kanat, devrimin ilk aşamalarında neredeyse tam bir hakimiyete sahipti. Şimdi ise yeni bir kanadın oluşmakta olduğunu öğreniyoruz.
Söze yeni bir gelişmeyi kaydederek girelim. Devrimin ilk sekiz ayında, yani yarı askerî yarı sivil Egemen Konsey’in dayanağı olan Anayasal Sözleşme’nin imzalanışına değin, devrimci kitlelere siyasî rotasını belirleyen odak, Sudan Meslekler Örgütünün hegemonyası altındaki Özgürlük ve Değişim Güçleri’nde (evvelki adıyla İttifak) cisimleşen devrimin ılımlı kanadı idi. Şu anda yeni bir odak ufukta belirmiş görünüyor. Değişik güçlerin karşılıklı konumlanışı konusunda kaynaklarımız çok belirgin değil, ama yine de bu yeni odağın gelişiminin emarelerine bir bakalım.
Darbeden günler önce, 21 Ekim tarihinde tüm ülkede etkisini gösteren darbe rüzgarlarına karşı “Sivil Yönetim İçin Milyonların Yürüyüşü” adıyla bir eylemler dizisi örgütlendi. Bu eylemler hakikaten yüz binlerce, belki milyonlarca insanı tüm ülke sathında sokağa döktü. Fakat işin esas ilginç tarafı, bu eylem günü alışılagelmiş biçimde Özgürlük ve Değişim Güçleri liderliğince örgütlenmedi. Önderliğin yerinde görülen isim “Sivil Yönetim İçin Milyonların Yürüyüşü Yolunda Birleşik Meclis” idi.
En güvenilir kaynağımız, bu yeni oluşumun muhtevasını şöyle açıklıyor:
“Direniş Komiteleri, devrimci, meslekî ve diğer örgütler dahil toplam 70 örgütten oluşan Meclis, ordudan iktidarı devretmesini [önemli not: paylaşmasını değil, devretmesini], bir Devrimci Yasama Şurası’nın kurulmasını ve barış sürecinin tamamlanmasını, aynı zamanda el Beşir’in ve suç ortaklarının Uluslararası Ceza Mahkemesi’ne teslim edilmesini talep etti” (https://www.dabangasudan.org/en/all-news/article/sudan-military-seizes-power-arrests-pm-and-civilian-ministers-in-dawn-coup).
(Geçerken belirtelim: burada “barış süreci” ile orduyla barış değil, Darfur ve Mavi Nil Eyaleti gibi çeper bölgelerde Sudan Ordusu’na karşı çarpışmış çeşitli isyancı askerî güçlerle barış kast ediliyor. Uluslararası Ceza Mahkemesi meselesine birazdan döneceğiz.)
Meclis’in programı, ılımlı kanadınkinden çok farklı. Ordudan iktidarı sivillere devretmesini, dahası, ülkenin Anayasal Sözleşme’nin ön gördüğü iktidar paylaşımına dayalı biçimlerle değil bir Devrimci Meclis tarafından yönetilmesini talep ediyor. Anlayabildiğimiz kadarıyla bu, kurucu meclis eğiliminin bir çeşididir.
Dahası, anlaşıldığı üzere bu daha köktenci kanat içinde bile askerî iktidara karşı topyekûn savaşı savunan azınlıkta bir eğilim var:
“Hartum’daki on üç Direniş Komitesi bir bildiri yayınlayarak 21 Ekim eylemlerinin Özgürlük ve Değişim Güçleri’ni desteklemediğini, ‘herkese karşı’ gerçekleştiğini ilan etti. Ortak bir bildiride eylemlerin kanlı bir ortaklık olarak tanıladıkları odağa karşı olduğunu, bu ortaklığın bir devrimle alaşağı edilerek ulusal çapta, altı oyulmamış bir sivil yönetimin kurulması gerektiğini anlattılar” (https://www.dabangasudan.org/en/all-news/article/sudan-cities-brace-for-marches-of-the-millions-today, vurgu bizim).
Son olarak, okurun dikkatini silahlı isyancı güçlerden birinin bildirisine çekmek isteriz:
“Abdülaziz el Hilu Önderliğindeki Sudan Halkı Kurtuluş Hareketi – Kuzey, demokrasiye geçiş ve sivil [burada ‘sivil’ sözcüğü Arapçada hem ordu harici hem laik anlamlarını içeren ‘medeniyye’ sözcüğünün yarım da olsa bir karşılığı olarak kullanılıyor] polis ve güvenlik güçleri, siyasetin dışında tek ve profesyonel bir ordu, mültecilerin ve yerinden edilmişlerin evlerine iadesi ve şehitler için tazminat ödenmesi ve ekonomik kaynakların, bilhassa da altın madeninin sivil yönetim altında idaresi de dahil olmak üzere taleplerin yerine getirilmesi için Sudanlıları 21 Ekim’de sokağa çağırdı” (https://www.dabangasudan.org/en/all-news/article/sudan-cities-brace-for-marches-of-the-millions-today).
Burada ilginç nokta şu: söz konusu örgüt yalnızca kasap Hemeti’nin komutasındaki Çevik Destek Kuvvetleri’ne büyük bir darbe vuran “siyasetin dışında tek bir ordu talebiyle” ordunun ve polisin yeniden düzenlenmesini ve ordunun karşı çıktığı, iç savaş kurbanlarının hakkını ve şehit ailelelerine tazminatı savunmuyor. Aynı zamanda “bilhassa altın” dahil ordunun ve özellikle Hemeti’nin ekonomik dayanaklarına da saldırıyor. İşte meselenin aslı burada.
Proletarya ve şehir ve kır yoksullarına karşı modern küçük burjuvazi
Devrim saflarındaki bu ayrışma harika bir müjde! Bu durum, Direniş Komiteleri’nin Sudan Meslekler Birliği’nden ve Özgürlük ve Değişim Güçleri’nden siyasi bağımsızlıklarını kazanmakta olduğuna işaret. 2019 Temmuz’unda bu ayrışmanın sınıfsal temelini şu şekilde açıklamıştık:
“[B]u yeni ekonomik rejim, 2000’li yılların petrol zenginliğinin de katkısıyla, kendine özgü bir sınıf yapısı yaratacaktı. İslamcı burjuvazinin yanı sıra, artık el Beşir rejiminin İslamcı kısıtlamalarına katlanamayan bir dizi toplumsal grup, modern küçük burjuvazi, ücretli sınıfların üst katmanları, aydınlar, sanatçılar, üniversite gençliği vb. kendi yollarını aramaya başladılar. Bu katmanlar Batı’nın emperyalist toplumlarını örnek alıyor, burjuva demokrasisini erişilmesi gereken ‘ideal’ gibi görüyor. Bu toplumsal güçler, özellikle de gençlik, akıllı telefonlarının ve sosyal medyanın ustalıklı kullanımı sayesinde devrime ‘liberal’ bir orta sınıf damgası vurmayı başardı. Bunlar ülkenin başkenti Hartum’un merkezine hâkim olduğu için aynı zamanda bir bakıma devrimci hareketin bütününe de kendi rengini veriyordu. SMÖ’nün [Sudan Meslekler Örgütü] toplumsal tabanı işte buydu. Siyasi güçlerin karşılıklı mücadelesi çerçevesinde muhalefet içinde SMÖ’nün neden hegemonik bir konuma yükseldiğini açıklayan da budur.
“Oysa Hartum’un çeperindeki mahallelerde ve başka eyalet ve kentlerde, örneğin Atbara’da, Port Sudan’da, Gedaref’te, Cezire’de, yani devrimin güçlü olduğu başka yerlerde, bambaşka bir dinamik hissettiriyordu kendini. Hartum’un merkezinde SMÖ’nün otoritesini kimse sorgulamıyordu. Ama işçi sınıfı ile ticari tarımın gelişmesinin kurbanı olarak köyden yeni göçmüş kent yoksullarının iç içe yaşadığı kenar mahallelerde ve taşra kentlerinde durum çok farklıydı. Burada yerel önderlik mahallelerin kendi içinden çıkıyordu. Bu insanlar, benzin fiyatlarının sıçramasının tetiklediği 2013 isyanında eğitilmişlerdi. Bir hafta süren o isyanda 200 insan hayatını yitirmişti. Ölümlerin ölçüsüz oranda çevre mahallelerinde yoğunlaştığını da eklemek gerekiyor.
“İslam âleminin öteki ülkelerinde, daha doğrusu ekonomik olarak geri kalmış ülkelerin çoğunda olduğu gibi, bizim de kendi işçi mahallelerimizden bildiğimiz gibi, bu mahalleler toplumsal olarak iç içe yaşayan insanların neredeyse hepsinin birbirini tanıdığı, siyasi ilişkilerin günlük arkadaşlık ve dayanışma ağlarıyla örtüştüğü ortamlardır. Buralarda SMÖ’nün etkisi daha uzaktan, daha dolaylı bir nitelik taşımıştır. Yine buralarda, aynen 2013’te olduğu gibi, devrimci halk ile “güvenlik kuvvetleri” arasındaki çatışmalar en sert biçimlerini almıştır. En yüksek sayıda ölüm de buralarda görülmüştür. SMÖ ve ÖDG’ye [Özgürlük ve Değişim Güçleri] alternatif oluşturabilecek ‘direniş komiteleri’ de en çok buralarda kurulmuştur. Halkın kendi içinden doğan bu komiteler Sudan’daki mücadele açısından birçok yerde belirleyici bir ağırlık taşımıştır. Hak ettikleri dikkatle incelendikleri de söylenemez.
“İşte SMÖ ve ÖDG’nin uzlaşmacı tavrını açıklayan da bu sınıf farkıdır. Nispeten hali vakti yerinde (“nispeten” sözcüğünü vurgulamadan geçmeyelim) olan modern küçük burjuvazi ve proletaryanın üst katmanları, proletaryanın sıradan kitlesinden, kent yoksullarından ve yoksul köylülükten farklı olarak, devrim çok ileri giderse kaybedecek şeylere sahiptir. Üstelik, bu katmanların emperyalist ülkelerindeki hamileri devrim değil, sadece daha ‘çağdaş’, ‘uluslararası toplum’ ile titreşim ortaklığı kurabilen bir burjuva demokrasisi istemektedirler.”
Çok ayrıntıya girmeden bu “uluslararası toplumla titreşim ortaklığı kurabilme” meselesinin önemini vurgulamak gerekir. Şu anda işlemez haldeki Geçiş Dönemi Egemenlik Meclisi’nin sivil kanadı da başbakan Hamdok da tamamen emperyalizm yanlısıydı. Sudan halkının kurtuluşunu ABD ve Avrupa Birliği’nin Sudan’a bahşedeceği himayede görüyorlardı. Tam da bu sebeple el Burhan, efendileri Suudi Arabistan ve Birleşik Arap Emirlikleri’ni (BAE) memnun etmek için İsrail’i tanıyarak devrimci Sudan’ı BAE, Bahreyn ve Fas’tan sonra İsrail’i tanıyan dördüncü Arap ülkesi olma şerefine (!) nail eyleyince Konsey’in sivil kanadından pek ses yükselmedi. Fakat Sudan’ın son birkaç yılda benimsediği bu ve başka emperyalizm yanlısı politikalardan devrimci cephenin tamamen emperyalizm ve Siyonizm’le birlik içinde olduğu gibi bir sonuç katiyen çıkarılamaz.
Bu durum, sözümüz ona “uluslararası toplum”un neden Egemen Konsey’in askerî kanadının iktidarı gasp etmesini haşince eleştirdiğini ve Hamdok ve iktidar yapısı içindeki sivil unsurları bilfiil desteklediğini de açıklıyor. Kimse Anayasal Sözleşme gereğince Geçiş Dönemi Egemenlik Konseyi’ni kuran Temmuz 2019’daki o kirli, taviz dolu uzlaşmayı devrimin kendisiyle bir tutmasın. O uzlaşma devrimin emperyalizm taraftarı kanadının, Batı tipi burjuva demokrasisinden gayrı bir şey istemeyen, hali vakti yerinde küçük burjuvazinin eseriydi. İşte emperyalizmin şimdi hepten yok olmaktan kurtarmaya soyunduğu bu uzlaşmadır, zira bir diğer seçenek önündeki tüm engelleri silkip atan kökten bir devrim, giderek proletarya ve ezilmişleri iktidara taşıyan bir sürekli devrim olabilir.
Son olarak, “el Beşir ve suç ortaklarını Uluslararası Ceza Mahkemesi’ne teslim etme” talebi konusunda bir uyarı. Bu talep, emperyalist sistemin bir kurumuyla bilinçli bir işbirliği çabasından ziyade, el Beşir’in işlediği yığınla suçtan ötürü yargılanıp hüküm giydiğini görmeye ahdetmiş devrimci güçleri tutuşturan bir arzunun ürünü. Ayrıca “suç ortakları”nın da yargılanması talebi gözden kaçmamalı. Bu örtük olarak el Burhan ve Hamden (Hemiti) gibi canilerin de adalet önüne çıkarılması anlamına gelebilir. Dolayısıyla şu andaki güç dengesi içinde bu talebin önemi, radikalliğinde ve iktidardaki generalleri adalet önüne çıkarmak gibi olası sonuçlarındadır. Elbette umuyoruz ki devrimin köktenci kanadı politik olarak olgunlaştıkça, emperyalizmin bir kurumu olan Uluslararası Mahkeme’yle işbirliği fikrini bir kenara atıp el Beşir’in Sudan devriminin kendi has halk mahkemesinde yargılanmasını talep eder.
Tüm İktidar Direniş Komiteleri’ne!
Devrimler, orta yolla yetinmenin intiharla eşdeğer olduğu tarihsel anlardır. Sudan devrimi, başka birçok devrime göre bu hakikati çok açık biçimde göstermiştir. 2019 Temmuz’una değin baskıcı güçlere karşı cesaretle savaşan Sudan Meslekler Birliği, bu tarihten sonra aniden ordunun önünde teslim olup bu orta yolcu çizginin kendilerine ve devrime bir hayır getireceğine inandılar. Ancak şaşkınlık içinde gördüler ki devrimle karşı devrimi uzlaştırmanın yolu yoktur. Neyse ki devrim şimşek hızıyla kendine geldi. Sınanan ve zararı bariz görünen bu yolu tekrar ederek bu ikinci şansı mahvetmek budalalık olur. Sudan devrimi, korkunç bir yenilgi yaşamak istemiyorsa sonuna kadar yürümelidir. Ancak kaybedecek hiçbir şeyi olmayanlar sonuna kadar yürüyebilir. Yani Sudan Meslekler Birliği’nin ya da Özgürlük ve Değişim Güçleri’nin temsil ettiği hali vakti yerinde küçük burjuvazi değil, yoksul işçi mahallelerinin bağrından fışkıran ve her gün polisle ve orduyla ne pahasına olursa olsun çatışan Direniş Komiteleri. Dolayısıyla tüm iktidarın Direniş Komiteleri’ne geçmesini talep etmek için her türlü sebep mevcut. En önemlisi, proletaryanın öncüsünün devrimci partisi bu işin olmazsa olmazı. Bu elbette devrimin sıcak seyri ve çatışması içinde gerçekleştirmesi müthiş güç bir görev, fakat ne başka bir seçenek var ne bir kestirme yol.
Dünyanın başka yerlerinde ve bilhassa Ortadoğu ve Kuzey Afrika ülkelerinde yaşayan bizler için ise en önemli görev, kahramanca bir atılımla kötü şöhretli bir kasabı deviren ancak özgürlük ve insan onurunun egemen olduğu bir ülkeyi kurana dek durmayacak olan Sudan halkına her türlü dayanışma ve desteği sunmaktır.
Bu yazı Devrimci İşçi Partisi’nin kardeş partileriyle ortak olarak yabancı dillerde yayın yapmak üzere çalışan sitesi olan RedMed sitesinde yayınlanmak üzere önce İngilizce olarak kaleme alınmış, daha sonra yoldaşlarımız tarafından Türkçeye çevrilmiştir.