Nazizmden nükleer felakete… NATO tehlikesinin farkında mısınız?

Nazizmden nükleer felakete… NATO tehlikesinin farkında mısınız?

Ukrayna’da yaşanan savaşın önümüze çıkarttığı tablo karşısında “savaşa hayır” demek en genel olarak emekçi halkın samimi barış özlemini ifade ediyor diye düşünebiliriz. Öyledir de… Ama savaş karşıtlığı anlamında pasifizm samimi bir duygunun ifadesi olduğu kadar pekâlâ son derece karanlık niyetlerin bir örtüsü de olabilir. Bugün Batı dünyasında resmi olarak bir kampanya halinde devreye sokulmuş savaş karşıtlığı tam da böyle bir örtü olarak karşımızdadır. Örtüyü kaldırdığımızda altından çıkan manzara ise tüm insanlığı nasıl bir tehlikenin beklediğini ortaya koyacaktır.

Emperyalist kampanya savaş karşıtlığı adı altında ırkçılığı besliyor

Bugün ABD’de ve Avrupa Birliği’nde savaş karşıtlığı adı altında Ruslara ve Rusya’ya karşı (Rus hükümetine ya da Putin’e karşı değil doğrudan Rus olan her şeye karşı!) ırkçı bir kampanya başlatıldı. İtalya’da Milano-Bicocca üniversitesinin Dostoyevski dersini durdurması, Münih Filarmoni orkestrası Rus şef Gergiev’i görevden alması, Netflix’in Tolstoy’un Anna Karenina eserinin uyarlamasının çekimlerini iptal etmesi kültür dünyasının Russuzlaştırılması çabalarının en vahşi örnekleriydi.

Spor dünyasında da ırkçı Russuzlaştırma kampanyası, futbol ve basketbol gibi en kitlesel ilgi gören spor dallarından Rus takımlarının ihraç edilmesi, pek çok olimpik spor dalında Rus sporcuların turnuvalardan çıkartılması, lisanslarının iptal edilmesi ile sürdürüldü. Türkiye’de 12 Eylül’den sonra Kenan Evren’in menülerdeki Rus salatası ismini Amerikan salatası olarak değiştirmesi gibi Almanya’da satılan Rus pastaları (Russicher Zupfkuchen) artık sadece Zupfkuchen olarak satılmaya başlandı. Nihayet ırkçı histerinin doruk noktası Almanya’daki Latros kliniğinin Rus ve Belarus vatandaşlarını tedavi etmemesi oldu.  Bu ırkçı kampanyanın halkı savaşa karşı değil Ruslara karşı kışkırttığına şüphe duyulabilir mi?

Emperyalist ikiyüzlülük

Avrupa’da hatta Türkiye’de de futbol maçlarında resmi olarak savaşa hayır pankartları açılıyor, futbolculara savaşa hayır yazılı formalar giydiriliyor. İngiltere’de Ukraynalı futbolcu gol atınca tüm stadyum, her iki takım taraftarları beraber ayağa kalkıp göz yaşları içinde alkışlıyor. Ne var bunda, ne güzel işte insanlar savaşa karşı çıkıyor mu diyeceğiz? Aynı Avrupa’nın, Filistin bayrağı açtığı için İskoçya’nın Celtic takımına ceza verdiğini hatırladığımızda bu gösterilerin iyi niyet taşıdığına inanmak güç. Peki ya Muhammed Ali’nin Vietnam savaşına karşı çıktığı için başına gelenler? Unutacak mıyız?

Daha yeni Fransa iki Filistin’le dayanışma derneğini kapatma kararı aldı. Almanya’da ve pek çok batı ülkesinde İsrail’i lanetlemek hatta eleştirmek dahi Nazizm propagandasına eş değer tutuluyor. Oysa daha yeni 8 Mart’ta, NATO resmi hesabından göğsünde Nazi sembolüyle bir kadın askeri propaganda posteri olarak kullandı. İsrail Siyonizmine karşı, İsrail’in sistematik ırkçı Apertheid uygulamalarına ve katliamlarına karşı dünya çapında BDS hareketi olarak bilinen aktif bir boykot ve yaptırım kampanyası var. İsrail dünya çapında BM kararları dahil emperyalizmin uluslararası hukukunu dahi çiğnemekte yanına kimsenin yaklaşamayacağı bir devlettir. İsrail’in Filistin halkına karşı işlediği savaş suçları ortada iken ve bunun ötesinde Ortadoğu’nun tek nükleer silah sahibi ülkesi olarak tüm Arap dünyasını ve İran’ı sürekli tehdit ederken İsrail’e karşı Batı’nın koruyup kollayıcı, meşrulaştırıcı tutumuyla Rusya’ya karşı sürdürdüğü şeytanlaştırma kampanyasını karşılaştırmak gerçeği görmek için yeterlidir.

Emperyalizm düşünce özgürlüğünü Nazi çizmeleriyle eziyor

Faşizmin ve özelde de Nazizmin en spesifik özelliklerinden biri insanları ifade ettiği düşünceleri dolayısıyla olduğu kadar ifade etmedikleri için de cezalandırmasıdır. Bugün tam da faşist bir uygulama olarak Rusya’nın savaşını desteklemek şöyle dursun, Rusya ve Putin aleyhinde konuşmayan, tutum almayan herkes hedef tahtasına konuyor. Batı’da İsrail’e boykot istemek suç! Rusya’ya karşı ise boykota katılmamak suç!    

Nazi taraftarı olduğunu saklamak gereği dahi duymayan, Nazi marşları söyleyerek, Nazi bayrakları taşıyarak Ukrayna’da savaşan gruplar “barış ve özgürlük savaşçıları” olarak kutsanıyor aynı Avrupa’da! Avrupa’nın uygar ve barışçıl hükümetleri bu neo-Nazi çeteleriyle beraber savaşmaları için “gönüllü” topluyorlar. Elbette ki bunlar gönüllü falan değil. Şüphesiz ki bunlar emekli asker, veteran adı altında sahaya sürülen istihbarat elemanları ve kontrgerilla unsurları. Ancak önemli olan “gönüllü” ifadesiyle bu kontrgerilla unsurlarının İspanya devriminde faşist Franco’ya karşı savaşan uluslararası tugaylara benzetilme yüzsüzlüğüdür!

NATO’nun faşist işgal örgütü: Kontrgerilla!

Bu ikiyüzlülüğün arkasında bir tutarsızlık yok. Emperyalizm son derece bilinçli ve sistematik bir politikasıyla karşı karşıyayız. Hollywood filmlerindeki Nazi karşıtı Amerika ve Avrupa masalına kimse inanmamalıdır. Nazileri cephede yenen Kızıl Orduydu. Ama mesele sadece bu değil. Avrupa’da Kızıl Ordu’nun girdiği ya da partizanların özgürleştirdiği yerlerde Nazilere yaşam hakkı tanınmadı. Batı emperyalizmi ise Kızıl tehlikeye karşı Nazi kadrolarını devşirerek gizli ordular kurdu. Bu isimlerden en ünlüsü Nazi SS subayı istihbaratçı işkencesi Reinhard Gehlen’dir. Bu Nazi katili ABD tarafından devşirilmiş ve onun başkanlığında Avrupa’da Türkiye’yi de kapsayan NATO komutasında bir kontrgerilla teşkilatlanması kurulmuştur. NATO bu kontrgerilla yapılanmasının amacını olası bir Sovyet işgaline karşı sivil direnişi örgütlemek olarak lanse etmiştir. Avrupa’da hiçbir zaman bir Sovyet işgali olmamış ama bu kontrgerilla çeteleri işçi sınıfına ve emekçi halka karşı sayısız suç işlemiş, çok sayıda kanlı eyleme ve provokasyona imza atmıştır.

NATO’nun Türkiye’deki kontrgerilla örgütlenmesinin kurulmasında da, MİT’in CIA ile birlikte anti-komünist ve faşist bir eğitimden geçirilip organize edilmesinde de, Fethullah Gülen’in içinden çıktığı Komünizme Karşı Mücadele derneklerinin, MHP’nin yerel ve merkezi kadrolarıyla bu örgütün kontrolüne sokulmasında da, solcuların, devrimcilerin, sendikacıların katledilmesinde, 1 Mayıs 1977’de işçi sınıfına karşı işlenen kanlı katliamın organizasyonunda, Maraş, Çorum gibi mezhepçi katliamların tertiplenmesinde ve nihayet 12 Eylül darbesinde başında Gehlen gibi devşirilmiş bir Nazi generalinin olduğu bu şebekenin rolü vardır.

Kızıl Ordu Nazilerden arındırdı NATO ihya ediyor!

Bugün Ukrayna’da gördüğümüz neo-Nazi çeteleri hudayınabit ortaya çıkmış, olayların gelişmesi içinde Rus aleyhtarı milliyetçi duygularını uç noktalara taşımış, aşırı sağcı gençler falan değildir. İkinci Dünya savaşından sonra Kızıl Ordu’nun Nazilerden arındırdığı tüm bir coğrafya Avrupa Birliği ve NATO’nun genişleme stratejisinin bir parçası olarak yeniden Nazileştirilmektedir. Nazizmin meşrulaştırılmasının bir biçimi komünizmin kriminalleştirilmesidir. Polonya’da görüldüğü üzere orak çekiç ile gamalı haçın eşitlenerek, her türlü komünist sembolün yasaklanmasına yönelik adımlar atılırken, neo-Nazi grupların Hitler’in doğum günü kutlamalarıyla zuhur etmeye başlaması tesadüf değildir. Yine Ukrayna’da da 2014 darbesinden sonra neo-Naziler hükümet ortağı yapılacak derecede meşruiyet alanı kazanırken komünist partileri seçimlere girmekten menedilmiştir. Bunun baskıcı bir yasal uygulamadan ibaret olduğunu asla düşünmemeliyiz. Ukrayna’da komünist ve solcu hareketler neo-Nazilerin Odessa’da Sendikalar Binası’nı yakarak solcuları ve anti-faşistleri katlettiği türden katliamların yarattığı zemin üzerinden yasaklanmış ve yer altına itilmiştir.

Geldiğimiz yerde Soğuk Savaş döneminde NATO tarafından “olası Sovyet işgaline karşı direniş” sahte gerekçesiyle organize edilen ve yönetilen faşist gizli ordular (Gladyo, kontrgerilla vb.) 1989-1991 sürecinden yani Federal Almanya’nın Demokratik Almanya’yı yutması ve SSCB’nin dağılmasından sonra, AB’nin ve NATO’nun genişlemesine paralel olarak Doğu Avrupa’da mevzilendirilmeye başlamıştır.. Bu mevzilenme bugün sürmektedir ve Ukrayna savaşıyla birlikte ivme kazanmaktadır. Yani işgale karşı örgütlendiği öne sürülen yapılar NATO ülkelerinin müdafaasında değil genişlemesinde belki de denebilir ki Doğu Avrupa’nın ve eski Sovyet alanının fiili işgalinde kullanılmıştır ve kullanılmaktadır. Bu gelişmenin sadece Ruslara ve Rusya’ya yönelik bir tehdit olmadığı Batısı ve Doğusu ile tüm Avrupa ve dünya işçi sınıfı için bir tehdit olduğu açıktır. Dünya kapitalizminin krizi derinleştikçe Avrupa işçi sınıfına yönelik sosyal-demokrat ve sol liberal ideolojik uyuşturma mekanizmalarının yerini giderek işçi mücadelesinin açık faşist saldırganlıkla baskılanmasının alması mümkündür. Bilhassa Doğu Avrupa’da pekâlâ işsizliğe ve hayat pahalılığına karşı yükselmesi muhtemel hatta kaçınılmaz olan mücadelelerin, komünizm, Sovyet ya da düpedüz Rusya taraftarlığı suçlamasıyla karşılaşabileceğini öngörmek zor değildir.

Japonları toplama kamplarına tıkan Amerikan ırkçılığı yeniden sahnede

Nihayet Batı emperyalizmin ırkçı-faşist kampanyasının varabileceği en uç noktanın Nazizmin ihya edilmesinin ötesine geçebileceğini de düşünmeliyiz. Rus karşıtı ırkçı kampanyanın vardığı boyut salt cephe gerisini konsolide etmeye yönelik bir ideolojik faaliyet için fazlasıyla orantısız gözükmüyor mu? Karşımızdaki kampanya Birinci Dünya Savaşı’nda kendisini Rusya’yı otokrasiye karşı hürriyetin koruyucusu havalarına sokan Alman emperyalist propagandasından ziyade İkinci Dünya Savaşı’nın ideolojik dünyasına hâkim olan düşman milleti insan yerine koymayan ırkçı şovenizmin havasını soluyoruz. Bahsettiğimiz şey sadece Nazizmin ırkçılığı değil aynı zamanda ABD’de Roosevelt’in 9066 numaralı kararıyla 120 bin Japon’u (çoğu ABD vatandaşı olan!) sadece Japon oldukları için toplama kamplarına dolduran Amerikan ırkçılığıdır. Bu ırkçılığın vardığı yer Hiroşima ve Nagazakidir. Japonların Pearl Harbor baskınının cevabı ABD tarafından nihai olarak atom bombalarıyla yüzbinlerce insanın dakikalar içinde katledilmesiyle verilmiştir. Ancak bu katliama gelinceye kadar Amerikan kamuoyu için Japonları insan yerine koymayan ırkçı bir sistematik bir propaganda uygulanmıştı.

Amerikan emperyalizmi askeri ve ideolojik olarak nükleer savaşa hazırlanıyor

Bugün Ukrayna’da NATO ve Rus askeri güçlerinin fiilen çatışmaya girmesinin bir nükleer savaşa kadar tırmanması an meselesidir. ABD ve Avrupa nezdinde devreye sokulan sistematik ırkçı propagandanın bir nükleer savaş hazırlığının parçası olduğunu görmeden gerçeği tam olarak kavrayamayız. Bu abartılı bir yorum gibi mi geliyor? Batı Putin ve Lavrov’un nükleer silahlarla ilgili kurduğu cümleleri derhal manşete çıkartıyor. Oysa 80 yıl geçmişe gitmeyin. Daha üç yıl önce ABD başkanı Trump, Reagan ve Gorbaçov’un 1987’de imzaladığı Orta Menzilli Nükleer Kuvvetler Anlaşması’ndan (INF) neden tek taraflı olarak çekildi? İki yıl önce neden ABD’nin Polonya büyükelçisi Almanya’daki nükleer silahların Polonya’da konuşlandırılmasından bahsetti? Dünyayı Hiroşima ve Nagazaki’den sonra yeni nükleer savaştan uzak tutan iki şey vardır. Bunlardan birincisi ABD ve Sovyetlerin elinde, çıkması halinde bu nükleer savaşın kazananının olmayacağı bir dehşet dengesinin varlığıdır. İkincisi ise nükleer savaş çıkartmanın kendi ülkesinin halkı başta olmak üzere dünyaya izah edilemeyecek bir suç olmasıdır.

ABD ve NATO, Rusya’ya karşı gerek füze kalkanı projesiyle gerekse de gıdım gıdım nükleer gücünü Rusya’nın sınırlarına yaklaştırarak nükleer dehşet dengesini kendi lehine bozma gayretindedir. Rus karşıtı sistematik ırkçı propaganda ise olası bir nükleer saldırının ideolojik hazırlığı, adeta bir halkla ilişkiler kampanyasıdır. Bu ideolojik hazırlık sadece nükleer savaş açısından değil Ukrayna’da varlığı ABD üst düzey yetkilileri tarafından itiraf edilmiş Biyolojik araştırma laboratuvarları ile bağlantılı olarak da yorumlanmalıdır. Hala bu yorumlar abartılı mı geliyor? Dünyada nükleer silah kullanmış olan tek ülke ABD’dir. Daha yeni 34. yılını idrak ettiğimiz Halepçe katliamında kullanılan kimyasal silahlar Saddam’ın İran’a karşı yürüttüğü vekalet savaşı sırasında kötü ünlü Alman Karl Kolb şirketinin katkılarıyla sağlanmıştı. Dünya nükleer silahları lanetlerken Irak’ta, Afganistan’da, Suriye’de, Libya’da ve Yugoslavya’da Pentagon, zırh ve sığınak delici nitelikteki seyreltilmiş Uranyum içeren bombalar kullanmaktan geri durmadı. ABD emperyalizminin yaptıkları yapacaklarının teminatıdır.

Barışa giden tek yol…

ABD ve NATO, himaye ettiği tüm suç şebekeleriyle birlikte insanlığın karşısındaki en büyük tehdit ve düşmandır! İşte bu şekilde savaş karşıtlığı insanlık düşmanı ABD’nin suçlarını örttüğünde dahası ABD ve NATO’ya karşı savaşı itibarsızlaştırdığında, barışa duyulan özlemin ifadesi olan samimi bir duygudan çıkıp cehenneme giden yolu döşeyen iyi niyet taşına dönüşmektedir. Barışın yolu sadece ve sadece ABD ve NATO’nun müttefikleriyle birlikte her düzeyde, her alanda, her cephede yenilgisinden geçmektedir!