NATO kuşatmasına Rusya tepkisi (3): SSCB’yi dağıtanlara lanet!
Bundan kısa süre önce bu sitede Sovyetler Birliği’nin dağılmasının 30. yılı vesilesiyle birkaç yazı yayınlandı. Bunların biri olayın tarihî gelişmesini anlatıyordu. Bu gelişmenin en çarpıcı yanı, 15 cumhuriyetin bağlı olduğu bu dev federal cumhuriyetin dağılmasının sorumlusunun, 1922 yılında ülkeyi kuran parti olmasıydı: Lenin’in, artık Sovyetler Birliği Komünist Partisi (SBKP) adını taşımakta olan partisi! Ülkeyi kuran, ülkeyi dağıtıyordu. Tabii, Lenin’in ölümünden (dün 21 Ocak büyük önderin ölümünün 98. yıldönümü idi) sonra köprülerin altından çok su akmış, 1930’lu yıllarda işçi devletinde iktidarı ele geçiren bürokrasi, adını aynen korumakla birlikte partiyi de kendi partisi haline çevirmişti.
İşte bu partinin 1991 yılında ülke dağılana kadar Genel Sekreteri olan ve dolayısıyla Sovyetler Birliği’nde geçerli siyasi yapıda ülkenin en yetkili kişisi olan, yani SSCB’nin dağılışında baş sorumlu konumunda olan Mihail Gorbaçov, bu yıl dağılmanın 30. yıldönümünde bir demeç vererek ABD’yi “kibirli ve kendine aşırı güvenli” olmakla, Sovyetler Birliği’nin çökmesinden sonra bütün Batı dünyasını, ama özellikle ABD’yi “zafer sarhoşluğu”na kapılmakla, eleştiriyordu.
Aslında Gorbaçov 2016’da, çöküşün 25. yılında da bir demeç vererek bu “zafer sarhoşluğu”nu kınamıştı. Şunu da söyleyerek: “Ellerini ovuşturarak şöyle diyorlardı: ‘Ne güzel! Onlarca yıldır şu Sovyetler Birliği’ne ne yapsak diyorduk, şimdi kendi kendini ortadan kaldırıyor’.”
Gorbaçov’un aklı nihayet başına geliyor anlaşılan!
NATO saldırganlığının sorumluluğu restorasyonistlerde!
Gorbaçov, SSCB’yi oluşturan öteki cumhuriyetlerin her birinin parti sekreterleriyle, bu arada daha sonra Rusya Federasyonu’nun Cumhurbaşkanı olacak olan Boris Yeltsin ile birlikte, “komünist” adını taşıyan bir partinin bir numaralı lideri olarak ülkede kapitalizmin restorasyonunun (yeniden tesisinin) önünü açmaktan tarih önünde suçludur. En büyük suçu budur elbette, ama tek suçu değildir. Gorbaçov ve bütün o ekip aynı zamanda dünya çapında emperyalizmin doğasından gelen savaşçı eğilimlerin önündeki en büyük engel olan güçlü dev SSCB’yi dağıtarak bu eğilimlerin yeniden canlanmasının önünü açmaktan da suçludur.
Bunu kendisi de itiraf ediyor. 25. yıldönümünde verdiği demeçte açıkça Batı ile Rusya’nın arasındaki gerilimin o döneme kadar geri gittiğini, Batı’nın “zafer sarhoşluğu” içinde Rusya’yı karşısına aldığını söylüyor. 2021 sonunda verdiği 30. yıldönümü demecinde ise bunu somutlaştırıyor: Bu yüzden Batı’nın ve ABD’nin NATO askerî ittifakını genişletip durduğunu açıkça söylüyor. Geç gelen adalet, adalet değildir sözüne nazire yapalım: Bu kadar geç anladınızsa anlamadınız da denebilir.
Gorbaçov hayranlarının yanılsamaları
Belleğimiz her konuda çok iyi değildir. Ama 1990 yılında yapılan bir paneli katiyen unutmadık. Bu panelde, biri Türkiye Birleşik Komünist Partisi’nin kendisini tasfiye eden yönetiminin hasadı olan, öteki ise Aydınlık geleneğinden, yani Doğu Perinçek’in yamacından gelen iki eski Stalinist (biri Sovyet Stalinisti, öteki Maocu Stalinist) ile Gorbaçov’un Perestroyka-Glasnost çizgisini tartışmaya davet edilmiştik. O zamanlar, bırakın eski Stalinistleri, Yalçın Küçük ve Doğu Perinçek bile Gorbaçov’un getirdiği “yenilenme” atmosferinden olumlu etkilenmiş, sevinç dolu yazılar yazıp demeçler veriyorlardı. Biz ise 1987 yılından itibaren Gorbaçov’un politikalarının Sovyetler Birliği’nde kapitalizmin restorasyonu yönünde çok güçlü eğilimler yarattığını, buna karşı mücadele edilmesi gerektiğini aktif olarak savunuyor, bu doğrultuda yazı üzerine yazı yazıyor, çeşitli panel ve konferanslarda bütün sosyalist hareketi uyarmayı görev biliyorduk.
İşte 1990’daki panelde tam da bu sorunlar tartışıldı. Türkiye’de 1980’li yılların siyasi mezar sessizliğinde hızla yükselmiş olan sol liberalizmin denizinde artık kulaç atmaya başlamış olan iki eski Stalinist birbirlerinden de aldıkları güçle, dünyanın yepyeni bir çağa girmekte olduğunu, “Yeni Siyasi Düşünüş”ün (SBKP’nin o dönemdeki yaklaşımının güya süslü adı) insanlığın en büyük sorunlarını çözmenin anahtarını sunduğunu, yepyeni bir barış ve refah döneminin eşiğinde olduğumuzu tekrarlıyorlardı. Buna karşılık biz, Stalinistlerin daima “Sovyet düşmanı” olmakla suçladığı Trotskizmin bir temsilcisi olan biz, Sovyetler Birliği’nin bütün sorunlarına rağmen işçi ve emekçi sınıflar açısından kazanımlarının kapitalist restorasyon süreci içinde ortadan kalkacağını, dünya çapında ise emperyalizmin önünün açılacağını vurguluyorduk. İki liberalimizin biz böyle konuştukça bize (ve birbirlerine) nasıl müstehzi gözlerle baktığını da gayet iyi hatırlıyoruz.
Arada yaşanan bütün emperyalist saldırıları (Irak’ın 1991 Körfez Savaşı’nda ve 2003’ten itibaren yaşadığı ağır katliamı, bugün Libya, Suriye, Yemen ve başka yerlerde süregiden insanlık düşmanı savaşları, arada Afgan halkının 20 yıl boyunca NATO ordularınca katledilmesini) bir kenara bırakalım. 2010’lu yıllarda o pek yüceltilen Obama döneminde başlayan ve bugün ABD’de bir saplantı haline gelmiş olan Çin düşmanlığını ve 30 yıldır süregiden Rusya kuşatmasını göz önüne alırsak, insanlığın 1990’da ne kadar barışçıl bir döneme girmekte olduğunu anlamak mümkün olur. Zavallı sol liberalizm! Duran saat bile günde iki defa doğru gösterir! Siz her şeyi yanlış okudunuz!
Putin de restorasyonisttir!
İlk bakışta Gorbaçov’lardan ve Yeltsin’lerden farklı olarak Putin’in ve ekibinin emperyalizme karşı Rusya’nın çıkarlarını koruduğunu, bugün NATO’nun genişlemesine kararlı bir şekilde karşı çıktığını söylemek mümkün. Türkiye’de “Avrasyacılık” adı altında Putin’de (ve Şi Cinping ÇKP’sinde) emperyalizme karşı bir müttefik bulunabileceğini savunan odaklar var.
Hesaba katılmayan şu: Restorasyonizm Rusya’yı zayıflatmıştır. Putin, eski devletin istihbarat örgütü KGB’nin (yeni adıyla FSB’nin) bir ajanı olarak Sovyet bürokrasinin bir hizmetkârı iken, arkadaşlarıyla birlikte neredeyse bir çete olarak Rusya yönetimine gelmiş biridir. Eski bürokrasinin temsilcilerinin Amerikan uşağı sarhoş Yeltsin’den daha iyi olduğunu söyleyeceklere, SSCB’de kapitalist restorasyonun tam da bu toplumsal katman tarafından gerçekleştirildiğini, Putin ve ekibinin de (azınlıkta kalan Sovyetler Birliği savunucusu bürokratik kanatlardan farklı olarak) restorasyonist kanattan olduğunu bütün pratiğiyle kanıtlamış olduğunu hatırlatırız. Putin, Sovyet işçi sınıfının kamu işletmelerini Yeltsin döneminde yağmalamış olan bürokratların oluşturduğu oligarkların bir kısmına karşı savaş açarak kendine sadık bir oligarklar katmanı oluşturmuştur. Esas iktidar tabanını işte bunlar oluşturmaktadır. Bunun dışında, faşizan milliyetçi Jirinovski’den eski bürokrasinin bazı kanatlarının sözcülüğünü yapan KPRF (Rusya Federasyonu Komünist Partisi) lideri Zyüganov’a kadar uzanan bir ittifaklar zincirini ustalıkla kurarak iktidarını perçinlemiş bulunmaktadır.
“Olsun” diyecekleri duyuyor gibiyiz, “emperyalizmle mücadele ediyor ya.” Onlara bir kez daha restorasyonizmin Rusya’nın gücünü toplumsal olarak ve dolayısıyla ideolojik olarak alttan alta oymuş olduğunu hatırlatalım. Bugün restorasyonistler de sürekli olarak SSCB’nin Hitler’in Nazi ordularına karşı 1941-1945 arasında süren savaşta kazandığı zafere sahip çıkmak zorunda kalıyorlar. Kendileri de Sovyet işçi devletinin yarattığı teknolojik olanaklar sayesinde güçlüler: Uzay teknolojisinden nükleer silahlara kadar Rusya teknolojik bakımdan, başka hiçbir devletin olmadığı kadar ABD’ye yakın derecede ileri bir askerî güce sahip. Hatta yine Sovyetler Birliği’nde daha ilk günden doğa bilimlerine yapılan ciddi yatırımlar sayesinde bugün de geliştirilebilen ve ABD’nin henüz karşısında kendini koruma araçlarına sahip olmadığı bazı silahlara (mesela hipersonik füzelere) ve muazzam güçlü bir siber savaş altyapısına sahip.
Hitler’e direnen ABD’ye de direnir. Mi? Savaşların sadece askeri teknoloji ile kazanıldığını sananlar tarihten hiçbir ders almamış demektir. Tarihin gördüğü en büyük askerî güç olan ABD ordusunun, 1950’li yıllar sonundan 1975’e kadar süren savaşta Vietnam’da bozguna uğraması veya nükleer gücü bile olan, askerî teknolojisi o derecede gelişkin Fransa’nın Cezayir devrim ve savaşında (1954-1962) yenilgiyle karşılaşması nasıl açıklanacak? SSCB’nin Nazileri yenilgiye uğratmasını Rusya’nın iklimine verenler, Lenin ve Trotskiy zamanında kurulan Kızıl Ordu’nun (en büyük generalleri Moskova Davaları’nda idam edilmesine rağmen) Sovyet işçi sınıfının büyük bölümünün ve köylülüğün bir kısmının kendilerine ait olarak gördükleri bir devleti korumak için, yani kendilerinin ve çocuklarının hayat koşullarını güvence altına almak için çarpıştığından dolayı Hitler’i yenilgiye uğrattığını anlayamaması işte bu tarihî yanlışın bir başka tezahürüdür.
Öyleyse, kapitalizmin restorasyonu Rusya’nın (ve elbette öteki eski Sovyet cumhuriyetlerinin) savunma gücünün en belirleyici yanını ortadan kaldırmıştır! Bir işçi devletinin yerini bir casuslar-oligarklar-mafya devleti almıştır.
Ne Rusya’da ne diğer cumhuriyetlerde hesap kapanmadı
Bugün Rusya’da ve diğer cumhuriyetlerde işçi devletinin ve merkezî planlamayla yürüyen kamu ekonomisinin yerinde yeller esiyor. Ama en başta Rusya’da sosyalizmin cazibesi hâlâ yaşıyor. Bu ülkelerdeki komünistler son yüzyıllarda hep kapitalizm altında yaşamış toplumlardan farklı bir insan malzemesiyle ve çok çelişkili bir toplumsal bellekle karşı karşıya. Gelecekte emperyalizme karşı verilmesi gerekebilecek bir savaşta komünistler bunun bilinciyle savaşacaktır. Rusya’yı, Kazakistan’ı, Belarus’u, (yarın siyasi atmosfer değiştiğinde Ukrayna’yı bile) restorasyonist bürokrasinin mirasçısı oligarklar çetesi ve onların temsilcileri değil, ancak işçi sınıfı ve onun müttefiki olabilecek toplumsal katmanlar gerçekten koruyabilir.
NATO Rusya ile savaşa girerse, ABD ve NATO emperyalizminin yenilgisi için mücadele etmeliyiz. Ama bilmeliyiz ki, Rusya bu savaşta zorlandıkça tarih komünistleri yeniden göreve çağırıyor olacaktır. Rusya’da emperyalizme karşı direniş, devrimin de yeniden tarihin gündemine gelmesi anlamına gelecektir.