Avrupa seçimleri (1): Demir ve pamuk

Salvini ve Yeşiller

Son bir soluklanma anı. Avrupa Parlamentosu seçimleri, Avrupa’nın (aslında bütün dünyanın) örgütlü işçi sınıfına ve soluna fırtınadan önce son bir şans tanımış bulunuyor. Bütün dünyanın ısrarla ve körce “popülist” adını taktığı ön-faşist (proto-faşist) hareket bu seçimlerde çok önemli bir başarı elde etti, ama hemen yarın felaketler yaratacak kadar büyük bir zafer olmadı bu. Üstelik Avrupa Parlamentosu’na iki ayrı meclis grubu olarak aday oldu hareket. Yani bölünmüş durumda. Bu yüzden, kısa vadede, hemen seçimden sonra, ön-faşizmin Avrupa çapında dolaysız, güncel bir tehlike olarak halkın hayatına etki yapacağını beklemek doğru olmaz. Tek tek bazı ülkelerde ise durum farklı olacaktır. Bazı büyük ülkelerde (başta ön-faşist hareketin her birinde seçimden birinci parti olarak çıktığı İtalya, Fransa ve Britanya’da) çok kısa süre içinde önemli gelişmeler yaşanabilir, ön-faşist hareket hızla işçi sınıfının ve halkın hayatında önemli bir unsur haline gelebilir (İtalya’da bu süreç geçen yıl başladı zaten). Kısa vade için bu böyledir, ama orta vade için ön-faşizm Avrupa’nın (ve dünyanın) ufkunda çok ciddi bir tehlike olarak kendini kanıtlamıştır. İşte bu, yani ön-faşizmin esas yüzünü kısa vadede değil muhtemelen ancak orta vadede gösterecek olması, işçi sınıfı hareketine ve sola son derecede değerli bir hazırlık dönemi bahşediyor. Sol bu mühleti, mesela 2017 Hollanda ve Fransa seçimlerinde ön-faşizm korkulduğu kadar büyük bir zafer kazanamadığı için rehavete kapıldığı gibi yine israf ederse, vay Avrupa işçi sınıfının ve halkının haline!

Bu seçimler bizim Devrimci İşçi Partisi olarak on yıllardır dikkat çektiğimiz, 2008 sonrası Üçüncü Büyük Depresyon döneminde ise acil tehlike bayrağını hiçbir an indirmeden işaret ettiğimiz faşizmin yükselişinde çok önemli bir parlamenter merhale olmuştur. Avrupa’nın (ve dünyanın medyası), burjuvaların “popülist”, “milliyetçi”, “aşırı sağ” gibi terimlerle “uygarca” ve ellerinde eldivenlerle ele aldığı bu hareketin zaferiyle çalkalanıyor. Uyarılarımızı, solun 21. yüzyılın ilk 15 yılı boyunca Avrupa Birliği’ne (AB) (sözcüğü bir daha kullanacağız) körce umut bağladığı ülkemizde yapıyoruz öncelikle. Avrupa hakkında geçmişte ne ham hayaller besliyor olursanız olun, bugün artık kendinize gelin! Faşizme yüzünü çevirmiş Avrupa toplumları “kendi himmete muhtaç dede” durumuna düşmüştür, bize ne himmet ede!

Ama aynı zamanda sesimizin eriştiğince uluslararası alanda da vurguladık. Bu bağlamda 2014 Avrupa Parlamentosu seçimlerinin bu bakımdan bir dönüm noktası olduğuna hep işaret ettik. Bu seçimlerin ise ön-faşizmin kendisini ilk kez Avrupa çapında hegemonik bir iktidar adayı olarak göstermesinin dönüm noktası olacağını çok önceden bekliyorduk. Bu yüzden, Devrimci Marksizm dergisinin tam tamına Avrupa Parlamentosu seçimlerinin yapılmakta olduğu günlerde matbaadan çıkan son 38. sayısında, ön-faşizm meselesine, biri Avrupa çapında, diğerleri ise tekil ülkelerde (Almanya ve Kuzey ülkeleri) eğilen üç yazılık bir dosyayı ana dosyamız halinde okuyucuya sunduk. Bu yazıları okuyanlar, Avrupa halklarının, işçi sınıfının hatırı sayılır kesimleri dâhil olmak üzere, neden ön-faşizme meylettiğini ve hareketin gelecekte nasıl gelişebileceğini anlayabilmek için önemli unsurlara sahip olacaktır.

Yeni bir sığınak arayışı

Kendini solda sayan insanlar ön-faşizmin yükseliş merhalelerinin her birinde, eyleme geçerek güçlü bir proleter anti-faşist hareket örgütlemenin yollarını aramaktan kaçındılar, hep kendilerini rahatlatacak bir sığınak, bir mazeret buldular. Bu seferki sığınağın adı “Yeşil dalga”. Almanya’da Yeşiller Partisi’nin yüzde 20’nin üzerinde oyla ikinci sıraya yerleşmesi, öteki ülkelerde de önemli oy artışları elde etmesi, şimdi ön-faşizme karşı Yeşiller’in kurtuluş adresi olarak gösterilmesine yol açacak. Biz Üçüncü Büyük Depresyon dönemi açılalı beri dünya çapında emekçi halk kitlelerinin, her ülkede o ülkenin tarihi ve ulusal geleneklerinin vb. etkisiyle farklı biçimler almakla birlikte, genel bir eğilim temelinde hem faşizme ve uç sağa, hem de sola doğru çifte bir yükseliş temelinde kutuplaşma yaşayacağını öngörmüş ve bu gelişmeler gerçekleştikçe de bunlara işaret etmiş bir partinin mensubuyuz. Dolayısıyla BBC Avrupa seçimlerine ilişkin yargısını özet olarak “merkez partiler geriledi, aşırı sağ ile birlikte sol yükseldi” olarak toparladığında bunu gayet olağan karşılarız.

Ama sorun bu iki olguyu, solun ve aşırı sağın paralel yükselişini tespit ettikten sonra başlıyor.Geçmişte ısrarla söylediğimiz gibi, bu iki olgu birbirinden kopuk değil, bir diyalektik çelişkinin iki kanadıdır. Solun şu anda Yeşiller tarafından temsil edilen kanatlarının yükselişidir ki ön-faşizmin sıradan işçi ve emekçiler arasında güçlenmesinin ana kolaylaştırıcısı olmuştur. Dolayısıyla, bugün Yeşiller’in yükselişi ile birlikte, gerçek anlamıyla ele alındığında “faşizme karşı birleşik cephe” şiarını yozlaştırarak, solun bütününü zengin modern küçük burjuvazinin bu siyasi akımının hegemonyası altına sokmaya çalışacak olan (seslerini bugünden duyuyor gibi oluyoruz) “yorgun demokrat” solcuları daha şimdiden uyarıyoruz: Yeşiller ön-faşist zehrin panzehiri olamaz!

Üç temel nedenle. Birincisi, yukarıda açıklamadan belirttiğimiz gibi, Yeşiller (ve sosyalist solda onların hegemonyası altında olan akımlar) ön-faşizmin son on yılda zaferden zafere koşmasına soldan büyük bir katkıda bulunmuşlardır. Bu akımlar, solu gittikçe daha fazla ekoloji ve kimlik politikalarına sıkıştırarak işçi sınıfından ve yoksullardan kopmasına yol açmışlardır. AB’nin başlıca uygulayıcılarından biri olduğu küreselci neoliberal taarruzun 30 yıllık saldırısında, işlerini yitiren, yoksullaşan, sağlık ve eğitim hizmetlerinden gittikçe daha az ve daha kötü koşullarda yararlanabilen, gittikçe daha yoksul ve güvenliksiz hale gelen mahallelerde zar zor yaşayan işçiler ve yoksul köylüler, kendilerine demagojik ve gerici temellerde el uzatan ön-faşist hareketlerden başka hiçbir siyasi odaktan destek göremeyince yüzlerini onlara dönmüşlerdir. Ön-faşizm kitleden aldığı desteğin büyüklüğünü kimlikçi, sol liberal, ekolojiyi fetiş haline getiren sola borçludur. Şimdi sosyalistler de Yeşillere kayacak ya da onları taklit edecek. Sonuç, işçi ve yoksulların daha da hızla, daha da kitlesel biçimde ön-faşistlere kayması olacaktır. Sosyalist solun kilit görevi, işçi sınıfını ve yoksulları ön-faşist partilerden koparmak ve kazanmaktır.

İkincisi, Yeşiller tam anlamıyla düzenin bir partisidir. “Ne olacak, faşizme karşı birlikte çalışırız” diyenlere sadece Fransa’dan bir örnek verelim: Fransa’da ekolojistlerin ve Yeşiller’in çok önemli bir bölümü, hem de ne güçlü isimler (Türkiye solcularının hâlâ adam yerine koydukları Daniel Cohn-Bendit’nin yanı sıra ünlü sinema yönetmeni Romain Goupil, Macron’un ilk çevre bakanı Nicolas Hulot ve sayısız başka isim) Macron’a destek veriyor. Yeşiller bir hareket olarak Macron ile birlikte Avrupa’nın “yeni çoğunluğu” olmayı hayal ediyor. Macron’un kim olduğunu hatırlatmaya gerek var mı? Fransa’nın gerçek yoksulları Sarı Yelekliler’le altı aydır (zaman zaman kandırma operasyonları de düzenlemekle birlikte) savaşan, onlara hem hak kırıntıları verip, hem bu hakları talep ettikleri sokaklarda onların üzerine polis kılığında itleri salan, kendiyle “demokrasinin vatanı” diye övünen bir ülkede orduyu göstericilere karşı sokağa çıkaran, ülkesinde halk arasında ve düzen medyasında “zenginlerin cumhurbaşkanı” olarak anılan bir burjuva politikacısı. Bu adamı destekleyen Yeşiller’le mi faşizme karşı “Faşizme geçit yok!” diye bağıracaksınız? Hiç mi utanmayacaksınız?

Üçüncüsü, Yeşiller hareketi, zengin modern küçük burjuvazinin elinde bir politik uyuşturucudur. İşçi aristokrasisinin sanayide ve kol emeği ile istihdam eden diğer sektörlerde çalışan katmanları, hâlâ sosyal demokrasiyi (gittikçe azalan ölçüde) kendi siyasi mecrası olarak bellerken, plaza çalışanlarından kültür endüstrisi çalışanlarına, kamu hizmetlerinin korunaklı ortamlarında var olan eğitimli proleterlere (mesela öğretmenlere) kadar birçok kesim geleceğini “ilerici” Yeşiller’de arıyor. Rahat dünyalarında ilericilik yapan profesörler ile henüz üretim ilişkilerinin dışında bulunan öğrenciler kolaylıkla Yeşil partilere yazılıyor. Ama çökmekte olan sanayi sektörlerinde, işçilerin, uzun saatler “esnek” denen alçak çalışma koşullarıyla salt çalışmak için yaşadığı perakende sektöründe, hastanelerde nöbetten nöbete koşarken ışık yüzü görmeyen hemşireler arasında, o çok gelişkin “teknoloji şirketleri”nin, (mesela çok yüceltilen Amazon’un) veya kargo şirketlerinin sevkiyat depolarında geleneksel hamallardan az hallice koşullarda çalışan ya da motosiklet üzerinde hayatını tehlikeye atan emekçiler söz konusu olduğunda, bunlar normal koşullarda Yeşiller’in  zengin, şık, pamuk elli, burjuva tavrı her yerine sinmiş olan temsilcilerine yüz vermez. Yeşiller, rahat yaşam koşullarının insanlarına yumuşak ve beyaz eldivenlerle gidilecek eylemler sunar en fazla. Bebeklerin bile gidebileceği eylemler. Her biri küçük burjuva zihniyetinin etkisi altına girmiş yönetici ve üyeleriyle bu partiler, ilk silah sesinde, silah sesi ne demek ilk sopa başlarına indiğinde, faşistlerin karşısında çil yavrusu gibi dağılırlar. Yeşiller bu seçimlerde güç kazanmış olabilirler, ama bir pamuk yığınından başka bir şey değildir bu partiler.

Oysa ön-faşistler demirdir. Disiplinli, ideolojik olarak doldurulmuş, Avrupa uygarlığının ve kendi ülkelerinin sömürgeci geçmişinin getirdiği üstünlük duygusunu içselleştirmiş, işini, evini, sağlık ve eğitim hizmetini elinden aldığına inandığı göçmene karşı öfkesi bilenmiş, misyon sahibi üye ve militanlardan oluşur bu hareket. Sadece şimdilik, henüz çeteleşmemişlerdir, o kadar. Biz de zaten bunun için onlara has faşist demiyoruz da ön-faşist diyoruz. Ama bu eksiklerini çok kısa süre içinde giderebileceklerini Amerika’da 2017 yazında Charlottesville’de, Almanya’da geçen sonbahar Chemnitz ve Köthen’de, İtalya’da Salvini iktidara geldiğinden beri çeşitli göçmen tarım işçilerine saldırarak ve ölümle biten olaylar yaratarak kanıtlamışlardır.

Pamuğa karşı demir. Avrupa Parlamentosu seçimlerinin ilk sonucu budur. Proletarya’nın çekirdek katmanlarını terk ederek zengin modern küçük burjuvazinin peşine düşenler, kimlik politikasıyla oyalananlar, dünya ve AB burjuvazisinin neoliberal saldırısına sol liberal kimlikle soldan alkış tutanlar, tarih, 21. yüzyıl faşizminin sorumlularından biri olarak sizi yazacak.

Biz devrimci Marksistler ise ısrarla, inatla, disiplinle her ülkede bir devrimci proletarya partisi ve dünya çapında Marx’ın, Lenin’in ve Trotskiy’in izinde bir devrimci işçi Enternasyonal’i kurarak faşizme karşı sadece seçimlerde ve fikir dünyasında değil, esas fabrika ve işyerlerinde, okullarda, meydanlarda, sokaklarda savaşacağız. Çünkü biliyoruz ki Nazi Hitler’i yenen, faşist Mussolini’yi asan güç, işçi emekçi partizanlar ve Ekim devriminin kurduğu Kızıl Ordu oldu. Çünkü biliyoruz ki, Yeşiller’in dışında büyük bir devrim ve isyan dalgası da var bugün dünyada, Fransa’dan Cezayir’e, Sudan’dan Haiti’ye.

Bu yazı, Pazartesi sabahı daha Avrupa seçimlerinin ilk sonuçları açıklandığında yazıldı. Bu seçimler komşumuz Avrupa ve dolayısıyla Türkiye için o kadar önemli ki, önümüzdeki günlerde bir dizi başka yazıyla devam edeceğiz bunları incelemeye.