ABD Kongresi’nin basılmasının anlamı
Aşağıda yer vermekte olduğumuz kısa yazı, 6 Ocak 2021 tarihinde Amerikan kongre binası Capitol’un basılması üzerine Devrimci Marksizm dergisinin Yaz-Sonbahar 2021 tarihini taşıyan 47-48. çift sayısında yayınlanmış ayrıntılı bir analiz yazısının giriş bölümüdür. Yazı yalnız Amerika’da yaşanan olaylara değil, aynı zamanda Fransa ve İtalya’daki gelişmelerin de analizine dayanarak hareketimizin uzun yıllardır ön-faşist olarak nitelemiş olduğu uluslararası ırkçı ve gerici hareketin artık açık bir faşist harekete dönüşümü dönemine girmiş olduğumuzu ortaya koyuyor. En önemlisi, yazının son bölümü dünya çapında faşist hareketle nasıl mücadele edilmesi gerektiği konusunda işçi hareketine stratejik bir perspektif sunuyor. Yazının tamamını okumak için tıklayın.
Lenin’in bütünüyle başka bir bağlamda kullanmış olduğu bir metaforu kullanarak söylersek, ABD’de 6 Ocak 2021’de Kongre binasının basılmasıyla doruğuna ulaşan olaylar dizisi “gerçekliğe her şeyden daha fazla ışık tutan bir şimşek” oldu.
Bütün dünya ve bu arada ister reformist, sol liberal, postmodern, Stalinist, ortayolcu olsun, ister devrimci, uluslararası sol hareketin her rengi, azgın bir kalabalığın “Amerikan demokrasisi”nin kalesi Kongre binasına saldırısını, kendisine epeyce isteksizce karşı koyan ve Kongre üyelerini o kalabalığın uç unsurlarından korumaya çalışan polisle kavgaya girişmesini gördüğünde şaşkına döndü. Çoğu insana bu olay masmavi bir gökte çakan bir şimşek gibi göründü.
Haziran 2019’da Avrupa Parlamentosu seçimlerinin sonuçları, özellikle de farklı Avrupa Birliği (AB) üyesi ülkelerin “popülist” olarak anılan partilerin elde ettiği sonuçlar üzerine yazdığımız bir yazıda tam da böyle bir gelişmeye ilişkin bir uyarı yapmıştık. Özenle seçtiğimiz bir başlıkla (“Göz açıp kapayana kadar”)[1] sunduğumuz sonuç bölümünde, bizim tercih ettiğimiz terimle “popülist” değil “ön-faşist” olarak andığımız bu hareketin geleceği hakkında şunu söylüyorduk:
Son bir soluklanma anı. Avrupa Parlamentosu seçimleri, Avrupa’nın (aslında bütün dünyanın) örgütlü işçi sınıfına ve soluna fırtınadan önce son bir şans tanımış bulunuyor. Bütün dünyanın ısrarla ve körce “popülist” adını taktığı ön-faşist (proto-faşist) hareket bu seçimlerde çok önemli bir başarı elde etti, ama hemen yarın felaketler yaratacak kadar büyük bir zafer olmadı bu. (…) kısa vadede, hemen seçimden sonra, ön-faşizmin Avrupa çapında dolaysız, güncel bir tehlike olarak halkın hayatına etki yapacağını beklemek doğru olmaz. (…) Kısa vade için bu böyledir, ama orta vade için ön-faşizm Avrupa’nın (ve dünyanın) ufkunda çok ciddi bir tehlike olarak kendini kanıtlamıştır. İşte bu, yani ön-faşizmin esas yüzünü kısa vadede değil muhtemelen ancak orta vadede gösterecek olması, işçi sınıfı hareketine ve sola son derecede değerli bir hazırlık dönemi bahşediyor. Sol bu mühleti, mesela 2017 Hollanda ve Fransa seçimlerinde ön-faşizm korkulduğu kadar büyük bir zafer kazanamadığı için rehavete kapıldığı gibi yine israf ederse, vay Avrupa işçi sınıfının ve halkının haline!
Ve ekliyorduk:
Disiplinli, ideolojik olarak doldurulmuş, Avrupa uygarlığının ve kendi ülkelerinin sömürgeci geçmişinin getirdiği üstünlük duygusunu içselleştirmiş, işini, evini, sağlık ve eğitim hizmetini elinden aldığına inandığı göçmene karşı öfkesi bilenmiş, misyon sahibi üye ve militanlardan oluşur bu hareket. Sadece şimdilik, henüz çeteleşmemişlerdir, o kadar. Biz de zaten bunun için onlara has faşist demiyoruz da ön-faşist diyoruz. Ama bu eksiklerini çok kısa süre içinde giderebileceklerini Amerika’da 2017 yazında Charlottesville’de, Almanya’da geçen sonbahar Chemnitz ve Köthen’de, İtalya’da Salvini iktidara geldiğinden beri çeşitli göçmen tarım işçilerine saldırarak ve ölümle biten olaylar yaratarak kanıtlamışlardır.[2]
6 Ocak tam da bu tür bir olaydı ama kat kat beteri. Tedbirsiz ve hazırlıksız yakalananlar için “göz açıp kapayana kadar” yaşanan bir deprem. 6 Ocak’ta Kongre’nin basılması, çağımızın yükselen faşizmine ilişkin “gerçekliğe her şeyden daha fazla ışık tutan bir şimşek” oldu.
Yapılan eylemin birçok yanı ne kadar gülünç olursa olsun, nihai amaç, yani Biden’ın başkanlığının engellenmesi ve Trump’ın yeniden Beyaz Saray’a dönmesi hedefi ile karşılaştırıldığında girişimin ne kadar büyük zaafları olursa olsun, bu olay, paramiliter güçlerin siyasi iktidarı kendi ellerine alıp o yücelttikleri liderlerini şiddet yoluyla başa geçirme yolunda bir çabaydı.
Sağda olsun, solda olsun, birçokları buna derhal “faşist” nitelemesini yakıştırdılar zira onlara göre olan biten bir darbeydi. Ama her darbe faşist darbe değildir, unutmamak gerek. Hayır, şayet bu kalabalığın düzenlediği baskın Amerika’nın da ötesinde dünya durumuna ışık tuttuysa, bunun nedeni Trump hareketinin, tamamlanmamış bir oluşum süreci yaşamakta olan bir faşizm özelliğini zaten taşımakta olmasından dolayı böyleydi. Trump’ın faşist olduğunu hep inkâr etmiş olanların şimdi anında konumlarını değiştirmeleri, aslında daha önceki kafa karışıklıklarının işaretinden başka bir şey değildir.
Tartışma bitmiştir. En azından ABD’de ve bir dizi Avrupa ülkesinde kitlelerin “yerli ve millî” duygularıyla oynayan ve ülkelerinin politik yönelişini bambaşka bir yöne döndürmeye çalışan hareketler ailesini anlamanın en iyi yolu bunların yükselmekte olan bir faşizmin özgün bir biçimi olduğunu tespit etmektir. 20. yüzyılda iki dünya savaşı arasında dünyanın başına sarılmış olan o bela, iktidara yürüyüşünde farklı bir güzergâhı seçmiş olsa bile, dünyanın başına yine çökmüş bulunuyor.
Bu, “popülizm” ekolü için de, Amerika’da başta Democratic Socialists of America (DSA-Amerika Demokratik Sosyalistleri)[3] olmak üzere, olağanüstü bir dönemden geçmekte olduğumuzu ucundan kıyısından kavrayamayıp Demokrat Parti’nin adayına oy vermenin ötesinde kılını kıpırdatmayan düzen solu için de ağır bir yenilgidir. “Trotskizm” kampında, ister post-Leninist olsun, ister ortayolcu, ister devrimci, o şaşkınlık yaratan güne kadar faşizmin yükseldiğini inkârda ısrar eden, ama pratik hayatın gelişmesi kendi önyargılarını param parça edince şaşkına dönenlere de acı bir uyarıdır.
Bu yazı iki bölümden oluşuyor. İlk bölümde Trump ile Avrupa’da onun mukabili olan liderler, Le Pen’ler, Salvini’ler ve diğerleri konusunda daha önce yapılmış olan tartışmaların bir bilançosunu çıkaracağız. Bu amaçla, önce, Kongre baskınının özgül olarak faşist yanlarına işaret edeceğiz. Ardından bu konudaki hâkim burjuva düşünce ekolü olan, bu hareketlerin analizini “popülizm” kavramı merceğinden yapan ekol ile bir polemiğe girişeceğiz. Bunu, Trump da dâhil söz konusu hareketlerin faşist yönelişini inkâr edegelmiş olan Trotskistlerin eleştirilmesi izleyecek.
İkinci bölümde, bu andan itibaren “ön-faşist” olarak anacağımız (bu seçimin nedenleri yazının içinde berraklaşacak) bu hareketlerin ortaya çıkışına ve güçlenmesine yol açan koşulların materyalist yöntemle analizine geçeceğiz. Bu hareketlerin neden faşist bir töze sahip olduğunu ama henüz bütünsel bir anlamda faşist bir biçime kavuşmuş olmadığını, yani oluşumlarının henüz tamamlanmamış bir aşamada olduklarının söylenebileceğini daha önceki çalışmalarımızda ifade etmiştik.[4] Bu yazının ikinci bölümünde yapmak istediğimiz, tartışma alanına küreselleşme ve küresizleşme (deglobalizasyon) kategorilerini katarak bu hareketlerin tözleri bakımından neden faşist olarak görülmeleri gerektiği fikrini derinleştirmek olacak.
Yazının sonuç bölümünde proletaryanın ve potansiyel müttefiklerinin 21. yüzyıl koşullarına özgü biçimde yükselmekte olan faşizm tehdidini yenilgiye uğratabilmesi için Marksistlerin benimsemesi gereken stratejik yöneliş sorununu ele alacağız.
[1] “The Proto-Fascist Menace in Europe”, http://redmed.org/article/proto-fascist-menace-europe.
[2] “Avrupa Seçimleri (1): Demir ve Pamuk”, https://gercekgazetesi.net/uluslararasi/avrupa-secimleri-1-demir-ve-pamuk.
[3] Bu hareket ülkenin iki büyük düzen partisinden Demokrat Parti’nin içinde çalışmaktadır. Son yıllarda on binlerce yeni üye kazanmıştır.
[4] Dergimizde iki fasıl olarak yayınlanmış olan bir yazımızdan söz ediyoruz: “Barbarlığın Geri Dönüşü: 21. Yüzyılda Faşizm (1): Tarihi Kökler: Klasik Faşizm”, Devrimci Marksizm, sayı 34, İlkbahar 2018; “Barbarlığın Geri Dönüşü: 21. Yüzyılda Faşizm (2): Ön-Faşizmin Yükselişi”, Devrimci Marksizm, sayı 38, İlkbahar 2019.