Kocatepe’ye değil Dolmabahçe’ye!

Tepeye bu iki fotoğrafın kolajı

Kongreler, Kuvayı Milliye ve Büyük Millet Meclisi’nin Ankara’da açılışı, Millî Mücadele ve Cumhuriyet’in kuruluşu, Saltanat’ın ve Hilafet’in ilgası gibi dev tarihî olayların 100. yıldönümleri silsilesi devam ediyor. 26 Ağustos 2022, Yunan işgal ordusuna karşı Büyük Taarruz’un başlayışının 100. yıldönümü idi. 30 Ağustos 2022 ise tarih kitaplarına Başkomutanlık Meydan Muharebesi olarak geçen muharebenin, Yunan ordusunun yenilgiye uğratılmasının 100. yıldönümü. Büyük Millet Meclisi ordusunun bu zaferinden sonra sonuç artık bir zaman sorunuydu. Ordu işgalin ana karargâhı konumundaki İzmir’i 9 Eylül’de geri alacaktı. 18 Eylül’de ise bütün Yunan birlikleri Anadolu’yu terk etmişlerdi.

Millî Mücadele’nin diğer uğrakları gibi 30 Ağustos da hep kahramanlık menkıbeleriyle, milliyetçi, neredeyse şovenist yüceltmelerle, en sonunda “Yunan’ı denize döktük” edebiyatıyla kutlandı. Bu tür bir tutumun sosyalistler arasında rahatsızlık, hatta yer yer ikrah doğurabileceği açık.

Solun bir bölümü kendini bu dalgadan pek ayırmadan, sadece milliyetçi bir retorikten uzak durarak, bu önemli yıldönümlerinin millî bayram olarak ilan edilmiş olanlarında içi boş bir anti-emperyalizm edebiyatıyla bayram tebriki yayınlıyor. Bunların esas amacı CHP kitlesinin bir bölümünü ideolojik ve politik olarak dönüştürme zahmetine girmeden kendi yanlarına kazanmak. Zaten tarihe değil günümüze ilişkin politikaları da kitlenin CHP’nin kendisi kadar sağa kaymamış olduğu umuduyla oraya doğru oynamak. Yine onların küçük burjuva önyargılarını hiç sorgulamadan, onlara hitap ederek.

Solun bir diğer damarı ise bambaşka bir tutum içinde. Bu sol, milliyetçiliğe karşı çıkmak için önemli 100. yıldönümlerinde soykırım, pogrom, etnik ayrımcılık vb. örneklerini gündeme getiriyor 1919’dan bu yana. 19 Mayıs’ın 100. yıldönümü mü, “Pontus soykırımı” anlatılıyor; 23 Temmuz Erzurum Kongresi mi, “İttihatçı zihniyeti” topa tutuluyor; 4 Eylül Sivas Kongresi açılışı mı, 6-7 Eylül 1955 olayları, 23 Nisan Büyük Millet Meclisi açılışı mı, 24 Nisan Ermeni soykırımı ve böyle gidiyor. Liberalizmi Kemalizme tercih eden, “radikal demokrasi” modasına uyan, kimlik politikasını benimseyen sol, Millî Mücadele’nin 1919-1923 zaman diliminin 100. yıldönümü vesilesiyle anılmasına karşı anlaşılan olmayan merkez komitesinde bir strateji kararlaştırmış.

O zaman ne oluyor? Suskunluk! Bu ülkenin Osmanlı’dan sonra kuruluş tarihi, cumhuriyetin öyküsü, Anadolu’da koskoca bir Türk-Yunan savaşı konusunda solun söyleyeceği bir şey yok demektir bu. Bu ülkenin çocukları, gençleri kendi ülkelerinin tarihini devletten ve burjuva kaynaklardan öğreniyor, sosyalistlerin ise anlatacak bir alternatif tarihi yok! Bu nasıl şeydir? Tarih tarihtir. Başkaları milliyetçi biçimde anlatıyor olabilir. Siz de Marksist metodu kullanarak anlatın. Gençlik, çocuklar, özellikle işçi sınıfı gençliği, emekçi çocukları doğrusunu öğrensin!

Millî Mücadele konusunda bir alay gevezelik yapılıyor. Yunan ordusunun Anadolu topraklarını işgalinin emperyalizmin bir kararı sonucunda olduğu tartışmasızdır. Yunanistan’ın İzmir ve Ege’yi işgali, Türkiye’yi minicik bir kalıntı devlet haline getirmeyi hedef­leyen İngiliz başbakanı Lloyd George’un doğrudan emriyle gerçekleşmiştir. Yunanistan tarafından başlatılan savaş, tartışmasız biçimde emperyalizmin vekâlet savaşıdır. O yüzden haksızdır, karşısında durulması sadece burjuva ve küçük burjuva yurt savunması açısından değil, komünistlerin anti-emperyalist görevleri açısından da gereklidir.

Üstelik mesele Yunan işgali ile de sınırlı değildir. 1918 Kasım ayında imzalanan Mondros Mütarekesi, herhangi bir kriz bölgesi­nin İtilaf devletlerince işgal edilebileceğini söylüyordu.

Nitekim bu üst üste yaşandı. Mütarekenin imzalanmasının hemen ardından (13 Kasım 1918) başkent İstanbul (işgal kelimesi telaffuz edilmeden) işgal edildi. Bir buçuk yıl sonra, 16 Mart 1920 günü bu sefer kelime telaffuz edilerek sadece Bri­tanya tarafından bir kez daha işgal edilecekti. Üstelik emperyalist işgalciler ülkenin parlamentosunu da silah zoruyla kapatacaktı. Britanya daha Mütareke’nin imza­lanmasından birkaç gün sonra (petrol yüzünden önemli olduğu için) Musul’u da işgal etmişti. Fransa hızla Kilikya’yı (Adana, Maraş, Antep vb.), İtalya Antalya’yı (daha sonra Konya’ya ve Aydın’a doğru da ilerleyecektir), 15 Mayıs 1919’da Yuna­nistan İzmir ve Ege’nin bir bölümünü işgal ediyordu. Başkenti işgal altında olan bir ülkeden söz ediyoruz. (Daha fazla ayrıntı için Devrimci Marksizm dergisinde yayınlanmış olan “100. yıldönümünde Millî Mücadele: 12 Tez” başlıklı yazımıza başvurulabilir.)

Bütün bunları reddeden sosyalist, şu sorulara cevap vermelidir: Lenin, Trotskiy ve Bolşevikler, yani Sovyet Rusya Millî Mücadele’yi neden destekledi? Komünist Enternasyonal (Komintern) Millî Mücadele’yi neden destekledi? En çarpıcısı, Yunan Komünist Partisi neden Türk-Yunan savaşında Türkiye’yi haklı taraf olarak, Yunan tarafını ise haksız bir işgale girişmiş taraf olarak gördü ve izlediği kahramanca devrimci bozgunculuk politikasıyla Millî Mücadele’nin kazanılmasına önemli bir katkıda bulundu?

Haklı savaşta zafer

Millî Mücadele hiçbir şekilde Mustafa Kemal önderliği ile özdeşleştirilmemelidir. Millî Mücadele Mustafa Kemal’in Samsun’a çıkışıyla değil, Mondros’un hemen ardından Anadolu’da ve Rumeli’de kurulan Müdafaai Hukuk, Muhafazai Hukuk ve Reddi İlhak cemiyetlerinin ve bunların yarattığı “kongre iktidarı” odaklarının atılımıyla başlamıştır. Ayrıca, 1921’e, Sakarya savaşının kazanılmasına kadar da önderlik konusunda Mustafa Kemal’in birçok rakibi vardı. Bunların en önemlileri 1908 Hürriyet devriminin yozlaşmaya uğramış önderi Enver Paşa ile Anadolu yoksul köylülüğünün siyasi önderliğini ele geçirmiş olan Çerkes Ethem idi. İkincisi 1920-1921 dönemecinde, ilki ise Sakarya savaşından sonra yarışı Mustafa Kemal’e yitirdi.

İşte 30 Ağustos ve 9 Eylül böyle bir haklı savaşta elde edilmiş bir zaferin kilometre taşlarıdır. Marksistlerin bunu ortaya koyması kendi yakın tarihimizin sadık bir resmini çizmek anlamına gelir. Türkiye solu işin politik yanıyla az da olsa ilgilenmekle birlikte askerî yönünü daha da fazla ihmal ettiği için 30 Ağustos üzerine daha da az konuşulur. Yukarıda işaret ettiğimiz strateji dolayısıyla 30 Ağustos-9 Eylül söz konusu olduğunda sol İzmir yangınını gündeme getirerek yine ulusal mezalim konularını öne çıkarır. Oysa işin askerî yanına biraz önem verilse, Millî Mücadele’nin burjuva önderliğin elinde kalmasına giden yolda askerî meselelerin birinci planda rol oynadığını görebilirdi. Bugün Kuvayı Milliye kavramı kolaylıkla Büyük Millet Meclisi ordusu ile özdeşleştirilebiliyorsa bunun nedeni solun bu konularda suskunluğu, hatta kayıtsızlığı seçmesidir. Kuvayı Milliye bir köylü ordusudur. En ileri ifadesini Ethem’in Kuvayı Seyyare’sinde bulur ve onun yenilgisiyle adım adım yerini Büyük Millet Meclisi’nin yeni kurulan burjuva düzenli ordusuna bırakmıştır. Yine aynı dönemde Mustafa Suphi’nin Kızıl Ordu ile iletişim içinde kurmuş olduğu devrimci ordu da Trabzon faciasında Türkiye Komünist Fırkası’nın başının kesilmesiyle akamete uğramıştır. Büyük Taarruz’u Mustafa Kemal’in başkomutanlığı altında yapan ordu bu alternatif güçlerin yenilgisiyle ortaya çıkmış burjuva seçenektir.

Ama önderlik burjuva olunca haklı bir savaş haksız savaşa dönüşmez. Ne de anti-emperyalist bir savaş karakteri taşıyan Millî Mücadele kazanıldıktan sonra Mustafa Kemal’in Türkiye’yi bütünüyle emperyalizmin hâkimiyet çizgisine sokması Millî Mücadele’nin bu karakterini ortadan kaldırır. Büyük toplumsal hareketlerle önderliklerini birbirinden ayırarak farklı biçimlerde değerlendirmek Marksizmin çok köklü bir metodudur ama sosyalist solun, şimdilerde Marksizmden neredeyse tamamen kopmuş olan kesimlerinin çoktan tarihin karanlık sayfalarına havale ettiği bir metoddur bu.

Trekking

Burjuvazinin siyasette ve medyadaki temsilcileri ve Türk Silahlı Kuvvetleri Büyük Taarruz’u ilkokul müsameresi tadında kutluyor. 26 Ağustos’ta Afyon Kocatepe kutlamaların merkezi oldu. Cumhurbaşkanı Yardımcısı olarak tayin edilmiş olan Fuat Oktay başında fes ile kalpak karışımı bir serpuş, boynunda millî takımın taraftar atkısı ile yaptığı konuşmada “Çanakkale geçilmez, Kocatepe aşılmaz” demiş.

Cumhurbaşkanı Yardımcısı olarak tayin edilmiş olan Fuat Oktay başında fes ile kalpak karışımı bir serpuş, boynunda millî takımın taraftar atkısı ile yaptığı konuşmada “Çanakkale geçilmez, Kocatepe aşılmaz” demiş.

Kabinede bu işle neden görevlendirildiği anlaşılamayan Orman ve Su İşleri Bakanı Veysel Eroğlu müsamere töreninde isabetli bir aritmetik hesapla “99 sene önce şanlı ordumuzun Şuhut’tan Kocatepe’ye hareket ettiği yerdeyiz” diye sunduğu ziyaretinde şöyle konuşmuş: “Zor şartlar altında ayağında ayakkabısı olmayan kucağında çocuğu, sırtında mermi taşıyan anneler, nineler bu yoldan Kocatepe'ye cephane, erzak taşıdılar. Onlarla gurur duyuyoruz. Bu uğurda vatan için, millet için, bayrak için canlarını feda ettiler. Allah onlardan razı olsun.” Bu ninelerin ve sırtında mermi taşıyan annelerin öyküsünü altı yaşından itibaren duymamış bir Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı olmadığına göre söylenen sözlerin 1922 kılığıyla toplanmış kalabalıklarda ne kadar heyecan doğurduğunu anlayabiliriz.

Yürüyüş alayı

Büyük Zafer’in 100’üncü yılını kutlayan Afyonkarahisar, Tayyip Erdoğan’ı da ağırlayacakmış. 29 Ağustos günü Cumhurbaşkanı Erdoğan da kente gelecekmiş. Âdeti olduğu üzere “ziyaretlerde bulunup bir dizi açılış gerçekleştirmesi bekleniyor”muş.

Nihayet, CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’nun da, 30 Ağustos Zafer Bayramı’nın 100. yıldönümü nedeniyle gece partili gençlerle birlikte Kocatepe’ye yürüyeceğini öğreniyoruz: “CHP Gençlik Kolları Başkanı Gençosman Killik, gece saat 23.00’te Şuhut-Çakırözü köyünden başlayıp 15 kilometrelik dağ yolundan Kocatepe’ye yürüyeceklerini belirterek, ‘Yol boyunca Genel Başkanımız Kemal Kılıçdaroğlu bizimle birlikte olacak’ dedi.”

Kısacası, Türkiye burjuvazisi, Türk, Kürt, Arap, Çerkes, Boşnak, Laz, Gürcü, bütün halklardan 2500’den fazla şehit verilen bu tarihî savaşı kafada fes trekking ile ve açılış törenleri düzenleyerek kutluyor.

Günümüzde Büyük Taarruz’un anlamı ne?

Tarihî olayları davul zurna çalarak, halk oyunları ile, efe kılığına girerek, hamasi nutuklar çekip “Vatan millet Sakarya” diyerek kutlamak onların içeriğinin boşaltılmasının en kolay, en kullanışlı, en etkili yoludur. Çocuklar ve gençler bu tür törenlerden nefret ederler. Yetişkinler ise içten içe can sıkıntısından patlarken dıştan ilgili ve mutlu görünmeye çalışırlar çünkü bu oyun herkesin toplumdaki yerinin de bir kıstası olarak görülür.

Anadolu ve Rumeli’nin halkları Millî Mücadele’yi Yunanistan’ın vekil, İngiltere’nin asil olduğu bir vekâlet savaşına karşı başlattılar dedik. Yani bu toprakların halkı için bu savaş bir emperyalist sıkıştırma ve toprak ilhakı girişimine karşı bir öz savunma idi. İngiltere 20. yüzyılın ilk çeyreğinde hâlâ “üzerinde güneş batmayan imparatorluk”tu, dünyanın en büyük süper gücü idi, emperyalizmin önderi ülke idi. Her ne kadar İngiliz ordusu ile Büyük Millet Meclisi ordusu arasında askerî çatışma, çok sınırlı olarak sadece 18 Eylül ile İstanbul’un işgalinin sona erdiği 6 Ekim 1922 arasında yaşanmış olsa da savaşla yenilgiye uğratılan emperyalizmdi.

Bugün Türkiye yeniden emperyalizmin hâkimiyeti altında yaşamaktadır. 1949’da kurulan NATO’ya ancak 1950’de patlak veren Kore savaşına asker göndererek Amerika’ya yarandıktan sonra 1952’de kabul edilmiştir. Örgüte üye olur olmaz ABD’nin hâkimiyeti altında başlayan kontrgerilla faaliyetleri yüzünden kanlı cinayet ve katliamlar yaşamadığı hiçbir dönem olmamıştır bugüne kadar. Günümüzde aynen İngiltere’nin Yunanistan’ı Anadolu’ya vekâleten saldırtması gibi ABD-İngiliz önderliğindeki NATO da Ukrayna aracılığıyla Rusya’ya savaş açmış, Çin’e de aynı yöntemi Tayvan aracılığıyla kullanmak üzere hazırlıklarını ilerletmiştir. NATO Madrid Zirvesi’nde bir dünya savaşının gerekçeleri ilan edilmiştir. Yeni NATO konsepti Atlantik hattını aşarak, Çin de dâhil bütün kuzey yarıküreyi operasyon alanına çevirirken Türkiye’ye de her yerde görevler vermeye hazırlandığını belli etmiştir. Türkiye, halkının güvenliği için NATO’dan çıkmalı, ardından bütün ülkelerin işçi sınıfı muhalefetiyle el ele NATO’nun yıkılması için çalışmalıdır.

Bu görev, Mustafa Kemal Atatürk’ün emperyalizmle bütünleşme ve neredeyse onun İslam âlemindeki uzantısı haline gelme politikasının kozasında doğup büyüyen büyük kapitalist grupların izleyebileceği bir politika değildir. Bunun için işçi sınıfının ve onun siyasi hareketi olan sosyalist partilerin ipleri ele geçirmesi gereklidir. Bugünün ihtiyacı budur. Feslerle trekking yapmak değil.

İşçi sınıfı ve sosyalistler harekete geçtiklerinde kendilerine çok onurlu ve soylu bir gelenek bulacaklardır: 1968 gençliği ve 1971 devrimci hareketi emperyalizme karşı mücadelenin bu topraklarda unutulmaz kahramanlarıdır. Emperyalist ABD donanmasının 6. Filo gemilerinin denizcilerini Dolmabahçe’den kışkışlayan onlardır. “Vietnam kasabı” lakaplı sözde büyükelçi Komer’in arabasını ODTÜ’de yakan onlardır. Bugün İsrail kalkanı rolünü üstlenmiş olan Kürecik Üssü’nü basmaya giderken hayatlarını kaybedenler yine onlardır.

Türkiye’de güncel tehlike Kocatepe’de değildir. Dolmabahçe’dedir. Eğer 30 Ağustos’un getirdiği anti-emperyalist bir çıkış ise, onun bugünkü sürdürücüleri halen emperyalizme fiilen direnenlerdir.

Ama bunu bir İkinci Kurtuluş Savaşı olarak anmak anlamsızdır. Önce Millî Mücadele bir Ulusal Kurtuluş Savaşı değildir ki bu “ikincisi” olsun. Kurtuluş savaşı sömürgelerde verilir. Türkiye hiçbir zaman sömürge olmamıştır. Emperyalizmin askerî işgale ve toprak ilhakına dayalı girişimine karşı verilen bir haklı savaş ile en ince sosyal ve ekonomik kılcal damarlarına kadar istila edilmiş sömürge halkların ulusal kurtuluş savaşları ayrı karakter taşır. İkincisi, 1918-1922 arası öyle olsaydı bile bugün verilecek olan savaşın karakteri sınıf mücadelesine tâbi olacak bir mücadeledir. Mücadele işçi sınıfı ve müttefiklerince verilecek ve ancak işçi sınıfı iktidarı alınca başarıya ulaşacaktır.

Burjuvazinin Büyük Taarruz kutlamasına gelince: Ne güzel tesadüf, bu yıl sadece Büyük Taarruz’un 100. yıldönümü değil. Bu yıl aynı zamanda Türkiye’nin NATO’ya girişinin 70. yıldönümünü yaşadık. Hem NATO’da kalacaksınız hem anti-emperyalist bir savaşın zaferini kutlayacaksınız. Ne yaparsanız yapın, bütün ilerici dünyaya kendinizi güldürürsünüz!

Biz anti-emperyalizmi öne çıkarmak gerektiğinde Kocatepe’ye değil, Deniz’lerin izinde Dolmabahçe’ye gideriz!

6.Filo filikaları devrimcilerin denize döktüğü Amerikan askerlerini topluyor
Devrimci İşçi Partisi Dolmabahçe eylemi 6.Filo