İklim değişikliği (3): Kara Afrika’nın nasırlı elleri değil, pamuk eller cebe!

İklim değişikliği (3): Kara Afrika’nın nasırlı elleri değil, pamuk eller cebe!

Bu dizinin bir önceki yazısında iklim değişikliği felaketinin sorumlusunun hangi açıdan bakılırsa bakılsın zengin emperyalist ülkeler olduğunu rakamlarla göstermiştik. Özel olarak şu gerçekler ortaya çıkmıştı: Bugün kişi başına karbon salımında emperyalist ülkeler (Kanada, Avustralya, ABD ve Batı Avrupa ülkeleri) açık ara başta yer almaktadır. Ama yaşadığımız küresel ısınma sorunu sadece günümüzdeki karbon salımıyla değil, çok daha fazla sanayi kapitalizmi çağının tamamında bu ülkelerin saldığı sera gazlarının sonucu olarak ortaya çıkmıştır. Bugün 2100 yılına kadar aşmamamız gerektiği konusunda bilim kurullarının hemfikir olduğu 1,5 derece santigrat ısınmanın 1,1’i zaten 18. yüzyıl sonlarından 21. yüzyıl başlarına kadar gerçekleşmiş bulunuyor. Bunun yarısından fazlasının sorumlusu da çok büyük ölçekte ABD, İngiltere, Almanya, Japonya ve diğerlerinden oluşan zengin ülkeler grubudur. Bunların payı geri kalan 150 ülkeden daha fazladır! Nihayet, yoksul ülkelerdeki karbon salımının (ve daha genel olarak doğa kirlenmesinin) ardında da bu zengin emperyalist ülkeler vardır. Bu tartışmasız olguları özetledikten sonra bir de sonuç çıkarmıştık: Eğer yeryüzü, insanlık ve canlılar yaklaşan felaketten kurtulacaksa, bunun bedeli öncelikle zengin emperyalist ülkelerce ödenmelidir.

Bu söyleneni somutlaştırmak için Afrika’nın durumuna kısaca bakalım.

Kara Afrika’da yasak, Kuzey Kutbu’nda serbest

Kara Afrika (ya da Sahra Altı Afrika), 1,2 milyar nüfusa sahiptir. Bu, günümüzde 7,9 milyar olan dünya nüfusunun yaklaşık yüzde 15’ini oluşturuyor. Buna karşılık Kara Afrika’nın toplam karbon salımına katkısı yüzde 3 civarındadır. Tarihi falan bir yana bırakalım, günümüzde kişi başına rakamlara biraz bakalım. Karbon salımı, ABD’de yılda kişi başına 15 kilogramdır, Lesotho’da 0,15 kilogram, yani 150 gram. Oran, yüze bir. Kanada’da 19 kilogramdır, Cabo Verde’de 0,19. Yine yüze bir. Almanya’da ve Japonya’da 10 kilogramdır, Burundi’de 0,10. Yine aynı oran. Bu rakamlar, Afrika’nın, bırakın tarihi gelişme içinde bugünkü durum konusunda da en ufak sorumluluk taşımadığını, günümüzde bile küresel ısınmaya en ufak bir katkısının bulunmadığını gösteriyor.

Bir bütün olarak bakıldığında, Afrika’nın fosil yakıtlar bakımından epey zengin olduğu söylenebilir. Toplam 11 ülkede ham petrol rezervlerinin 100 milyar varile ulaştığı saptanmıştır. Bunlar arasında Libya ve Nijerya dünya devleri arasında yer alır. Kıta doğal gazda da önemli rezervlere sahiptir. Yalnızca Nijerya, Cezayir ve Mozambik toplam doğal gaz rezervlerinin yüzde 6’sına sahiptir.

Şimdi, ABD 19. yüzyıl boyunca kömür çıkarımında başı çekerek, 20. yüzyılda ise petrolünü kullanarak sanayileşmiş ve gelişmişken, 21. yüzyılda ise çevre bakımından son derecede tartışmalı hidrolik kırma (“fracking”) yöntemiyle kaya gazından da yararlanırken, Kara Afrika’nın bu kaynaklardan yararlanmaktan derhal vazgeçmesini beklemek ne denli adildir? Şunu ekleyelim: Kara Afrika’nın 1,2 milyar nüfusunun tam yarısı elektrik hizmetinden henüz yoksundur. Dolayısıyla, bu bölgenin fosil yakıt kaynaklarından yararlanmasına karşı çıkmak, 600 milyon nüfusun çok önemli bir bölümünün daha onlarca yıl boyunca karanlıkta kalmasını savunmak demektir!

Oysa ünlü “uluslararası toplum” (yani emperyalist ülkeler topluluğu) Afrika ve benzeri bölgelerde bu tür yatırımlara engel olacak tedbirlere şimdiden başvurmaya başlamışlardır. ABD’nin av alanı Bretton Woods sisteminin altyapı finansmanı konusundaki uzman kuruluşu Dünya Bankası, 2017’den beri fosil yakıtlara dayanan elektrik santrallerine kredi vermemekte, sadece yenilenebilir enerji projelerini desteklemektedir.

Bazı tatlısu ekolojistleri diyecektir ki, Dünya Bankası başka türlü davranamazdı. 2021 yılında fosil yakıt alanına yatırım yapılmasına izin vermek zamana karşı yarışı kaybetmektir. O zaman onlara hatırlatalım ki, özel bankalar ve petrol şirketleri dünyanın başka yörelerinde bu tür yatırımları geniş ölçekte sürdürmektedir! Bu yazı dizisinin bundan sonraki bölümlerinde bunu ayrıntısıyla göstereceğiz. Ama çarpıcı bir örnek verelim ki meramımız şimdiden anlaşılsın.

Kuzey Kutbu bölgesinin küresel ısınmadan ne kadar ağır etkilendiği, buzulların nasıl çözüldüğü, bunun okyanusların sıcaklığına, bölgenin kendi biyo-çeşitliliğine vb. nasıl ağır etkilerde bulunduğu iklim değişikliği tartışmasının belki de en iyi bilinen yanlarından biridir. Ama sermaye, gezegenimizin felaketiyle sonuçlanabilecek gelişmenin bu yan etkisinden de tamamen oportünist biçimde yararlanmaya başlamıştır! Bugün, buzulların erimesinin yarattığı yeni coğrafi koşullar sayesinde Kuzey Kutbu’nda 222 alanda petrol ve doğal gaz çıkarılmaktadır! Bu faaliyette 4 milyar varil petrol eşdeğeri fosil yakıt üretilmiş, bunun sonucunda 1,3 milyar ton sera gazı salınmıştır. Bu rakamlara iyi bakın. Bir kere 4 milyar varil petrol eşdeğeri, Afrika’nın bütününde bulunan 100 milyar varilin yüzde 4’üne denk gelmektedir. O dokunulmasın denen 100 milyar varilin yüzde 4’ü daha bir yılda kutup bölgesinde üretilmiş! 1,3 milyar ton sera gazı ise 1,5 milyar nüfuslu Hindistan’ın aynı yıl yaptığı sera gazı salımının yarısıdır!

Tatlısu ekolojistleri, Glasgow’da yaşanan önemli gelişmelerden biri olarak 20 ülkenin ve beş bankanın 2022’den itibaren fosil yakıt üretimini finanse etmeyecekleri konusunda yaptıkları deklarasyonu gösteredursunlar. Petrol ve doğal gaz üretimini devletler değil dev petrol şirketler finanse ettiğine göre, ABD ya da Kanada devleti ve onların saz arkadaşları adına böyle bir açıklama ucuz kahramanlıktır. “Ama beş banka” diyeceklerin dikkatini de bunların hepsinin kamu bankası olduğuna çekelim. Özel bankalar ise Kuzey Kutbu’nda petrol şirketlerine kredi vermekle meşguldür! 222 alanda yapılan petrol ve doğal gaz çıkarımı şimdiden işletmeye alınmış çalışmaları gösteriyor. Daha 377’si de sırada. Bunlar da işletmeye alınınca (şimdilik!) toplam 599 fosil yakıt alanı Kuzey Kutbu’na harıl harıl sera gazı salıyor olacak. Bu durumda Sibirya gibi soğuk iklimiyle simgeleşmiş bir bölgede bu yaz yaşanan orman yangınlarına şaşmak mümkün mü?

Neden Kuzey Kutbu’nda özel şirketlerin kâr hırsı için 599 alanda fosil yakıt yatırımı yapılabiliyor da Kara Afrika’nın elektrik yüzü görmemiş insanlarının modern uygarlığın bu asgari konforu ve ilerleme aracı ile tanışması için fosil yakıt kaynaklarına başvurulamıyor? Cevap bekliyoruz, tatlısu ekolojistleri!

Yoksul ülkelerin zehirlenmesi

Emperyalizmin yoksul ülkeleri iklim değişikliğinde neredeyse en önde ateş hattına sürmesi yetmiyor. Emperyalist şirketler, doğayı mahvedecek, insanların sağlığına ağır zarar verecek ürünlerini kendi ülkelerinde yasaklandığı halde onları yasaklayan devletlerin de desteğiyle yoksul ülkelere ihraç ediyor, durumu günden güne daha da kötüleştiriyorlar. Bu insanlık dışı ticarî mantık çerçevesinde zengin ülkelerde yasaklanmış ilaçların yoksul ülkelere ihracından öldürücü etkisi olduğu saptanan bebek mamasının Afrika’nın yoksullarına pazarlanmasına kadar utanç verici sayısız uygulama var. Biz güncel iki örneğe kısaca değinelim ki söylediklerimiz somutlaşsın.

İklim değişikliğinin en vahim sonuçlarından birinin biyo-çeşitliliğin azalmasına yol açması olduğu yaygın biçimde bilinen bir şeydir. Demek ki biyo-çeşitlilik önemli. Ama demokrasinin, barışın, insan haklarının kahramanı (!) Avrupa Birliği, kendi topraklarında 2018’den bu yana yasaklamış olduğu bir çeşit haşere ilacının (“neonikotinoid” olarak biliniyor) yoksul veya orta gelirli 65 ülkeye ihracına son günlerde olur verdi. Bu ilaç “arı katili” olarak biliniyor. İhracına izin verilen miktarın Fransa’nın ekilebilir topraklarının tamamından büyük olan 20 milyon hektara etki edecek büyüklükte olduğu ve 100 milyar arıyı öldürebileceği bildiriliyor. Arıların yanı sıra başka ne çok canlıya zarar verecek kim bilir!

Öteki örneğimizin geçmişi 1989’a kadar geri gidiyor ama son zamanlarda verilen mahkeme kararları bu ünlü olayı yeniden güncelleştirildi. Eski adıyla Royal Dutch Shell (şimdi sadece Shell) adlı İngiliz-Hollanda ortak petrol şirketi, Kara Afrika ülkesi Nijerya’da ürettiği petrolü boru hattıyla Nijer nehrinin halicine taşıyarak buradan ihraç ediyor. 1989’dan itibaren uzun yıllar boyunca petrol boru hattından yaşanan sızıntı haliç bölgesinde yaşamakta olan 40 bin kişilik kabile topluluğunun sularını ve topraklarını bütünüyle zehirliyor. Yıllar boyunca yapılan şikâyetlere şirket hiç kulak asmıyor. Balıkçılık ve çiftçilikle geçinen bu insanların bütün geçim olanakları tamamen ortadan kalkıyor. Bu yazının başındaki fotoğraf bu bölgesel doğa felaketinin resmi: “Burada su içmeyin, balık avlamayın, yüzmeyin” diyor. Arka planda o capcanlı yeşilin arasında suyun rengine bakın. İnsanların içtiği su kuyularında suyun üzerinde 8 santimetre derinliğinde neftî renkte bir tabaka oluşmuş durumda imiş!

Shell sızıntıların terör faaliyetleri sonucunda oluştuğunu iddia ederek beş kuruş tazminat ödememekte direniyor. Bu yılın Ocak ayında bir Hollanda istinaf mahkemesi, Şubat ayında ise Birleşik Krallığın (Britanya’nın) Anayasa Mahkemesi’ne karşılık veren en yüksek mahkemesi, bu doğa felaketinden Shell’i bütünüyle suçlu buldu. Birleşik Krallık mahkemesi mağdurların mahkemeye başvurarak tazminat alabileceğini de karara bağladı. Böylece teröristin kim olduğu da ortaya çıkmış oldu!

İşte bu derecede eziyet çeken halklardan Amerika’nın, Avrupa’nın, Japonya’nın yüzlerce yıl boyunca dünyayı zehirlemesinin faturasını onlarla birlikte, hatta yukarıda petrol ve doğal gaz yatırımları örneğinde gördüğümüz gibi bazen onlardan da önce ödemeleri bekleniyor.

Önce kendi vaadinizi yerine getirin!

Bazıları zengin emperyalist ülkelerin yoksulların durumunu görmezlikten gelmediğini, onlara hem iklim değişikliğinin yaratacağı sonuçlara (adaların ve deniz seviyesine yakın bazı sahillerin su altında kalması, tarım arazilerinin çölleşmesi veya sellerle kullanılmaz hale gelmesi, aşırı sıcak ve nemli yeni iklim rejimi vb. vb.) karşı tedbir almaları ve karbon salımını azaltma bakımından yeni uygulamalara geçebilmeleri için yılda 100 milyar dolar destek vermeyi taahhüt etmiş olduklarını söylemeye yeltenecektir. Ama söyleyemeyecektir çünkü taahhüt etmek başka, taahhüdüne uymak başka!

Bu vaad 2009’da yapılıyor. Aradan 12 yıl geçti ve yıllık destek miktarı 2019 itibariyle hâlâ yılda 80 milyara ulaşamamış durumda (79,6 milyar). Bu rakam, 2018’e göre yüzde 2 artış demek. Daha önceki iki yılın artışı ise yüzde 11 ve yüzde 22. Yani yılda 100 milyar dolar vaad ediliyor, 11 yıl boyunca 1,1 trilyon verilmesi gerekirken kaba hesapla fiilen ancak bunun yarısına varan bir miktar ödeniyor. Eksik ödeme yaklaşık 550 milyar dolar. Polonya'nın bir yıllık gayrisafi yurtiçi hasılasına eşit!Peki madem siz vaadlerinizi yerine getiremiyorsunuz, yoksul ülkelerin hızla fosil yakıtlardan toptan vazgeçmesini ne hakla talep ediyorsunuz?

Pamuk eller cebe!

Bugün Amerika’da, Avrupa’da, Japonya’da, Okyanusya’da sayısız büyük kentte mağazalar vitrinlerini bütün gece aydınlattıkları, AVM’ler reklam için çevrelerini ışıl ışıl aydınlattıkları, büyük finans kuruluşlarının ve uluslararası şirketlerin merkezlerini barındıran gökdelenler parıl parıl parladığı için “ışık kirlenmesi” diye anılan bir doğa kirliliği türü gelişmiş durumda, hayvanlar âleminin biyo-çeşitliliği bu durumdan ciddi şekilde etkileniyor, deniz kaplumbağalarının yumurtasından yeni çıkmış bebeklerinden hayatını gece karanlığında sürdüren hayvanlara kadar çeşitli türler bunun ceremesini ödüyor. Afrika’nın, Asya’nın, Pasifik adalarının, Latin Amerika’nın ve Karayiplerin yoksul halklarının önemli bir bölümü ise elektriksiz, kapkaranlık bir dünyada, internet, televizyon, cep telefonu, uzaktan eğitim olanakları, tıbbi tetkik cihazları gibi birçok cihaz nedir bilmeden yaşıyor, geri kalanı da sık sık yaşanan elektrik kesintileriyle boğuşuyor.

Bolivya’nın, Botsvana’nın, Bangladeş’in köylüleri zulmet içinde kıvranırken, ışıklar içindeki Boston’un, Berlin’in, Brisbane’in insanlarının onları ışıksız bırakacak biçimde fedakârlık talebinde bulunması, zulmün ta kendisidir.