Hava döndü işçiden!

Hava döndü işçiden!

Ocak ayında dört-beş işyerinde başladıktan sonra Şubat’ta aniden çıkan bir fırtına gibi patlayan fiilî grevler ve yer yer başvurulan işgal eylemleri, Türkiye işçi sınıfının birkaç çok önemli istisna ile 21. yüzyıla damgasını vuran suskunluğunun nihayet sona ermeye başladığını gösteriyor.

Önce istisnaları hatırlatalım da sınıf mücadeleleri tarihine geçmeyi hak etmiş olan o büyük işçi eylemlerine haksızlık etmeyelim. 2005 yılında İzmit’te kapatılması kararlaştırılmış olan kamu işletmesi SEKA kâğıt fabrikası 750 işçisi tarafından işgal edilmişti. Tekel işçileri de özelleştirme furyasına karşı yaptıkları eylemleri sonunda birleştirdiler ve 2009 sonu ile 2010 başlarında bütün Türkiye’den gelerek Ankara’da Sakarya’da 72 gün boyunca bir çadırkent kurarak başkenti gerçek anlamda sarstılar. Ve elbette halkın dilinde “metal fırtına” diye anılan 2015’teki Türk Metal’e karşı Bursa merkezli isyan haftalar boyunca Türkiye burjuvazisinin en güvendiği bu bürokrasi kales ini sarstı. Bu büyük eylemin etkileri metal sektöründe hâlâ hissediliyor.

Bu eylemler ne kadar kahramanca olsa ve ne kadar ileri biçimler almış olsa da, genel gidişatı değiştirmedi. Türkiye işçi sınıfı 1961 yılının son günü yapılan İstanbul Saraçhane mitinginden sonraki 60 yılın en uzun durgunluğunu 21. yüzyıl başından bu yana yaşamış oldu. Bunun ekonomik (özelleştirmeler), politik (12 Eylül’ün işçi sınıfına dönük siyasi örgütlenmelere darbe vurmuş olması, AKP iktidarının etkisi, kitle mücadeleleri üzerinde ağır baskı), ideolojik (en azından 2010’a dek Avrupa Birliği hayali) çok çeşitli nedenleri var. Ama sonuç ortada. İşçi sınıfı son 20 küsur yılda hem kendi dar anlamda ekonomik ve sendikal çıkarları açısından söz sahibi olamadı hem de genel olarak siyaset masasına yumruğunu vuramadı, başka sömürülen ve ezilen kitlelere önderlik edemedi.

Şimdi yaşanan fiilî mücadeleler dalgası, hem yaygınlığı (bir ay içinde 100’e yakın işyeri) hem çok çeşitli işkollarına yayılması (metal, perakende, kargo, tekstil, gemi sökümü, madencilik, petrokimya vb.) hem de ücret pazarlığının ötesine geçmesi, özellikle sendikalaşma ve çalışma koşullarını gündeme getirmesi bakımından çok vaadkâr.

Bu tür toplumsal hareketlerin uzun soluklu olup olmamasında önemli olan etkenlerden biri, toplumun daha geniş emekçi kesimlerinin nasıl bir ruh durumu içinde bulunduğudur. Bu bakımdan da bugünün işçi mücadeleleri dalgası olumlu bir ortamda, elbette bir ölçüde o ortamın da etkisi altında ortaya çıkmış bulunuyor. Başını alıp giden enflasyonun yarattığı genel rahatsızlık, elektrik, doğalgaz ve benzin gibi her eve ve her üretim ve dolaşım sürecine gerekli maddelere yapılan çok ağır zamlar sonunda sadece fabrika ve işyerlerinde değil, toplumun bütününde “bir şeyler yapmak gerektiği” ruh durumunu doğuruyor. Bunun sonucunda İzmir’den Diyarbakır’a, İstanbul’dan Van’a farklı emekçi katmanlardan halk sokaklara çıkarak fatura yakıyor, pahalılığı protesto ediyor.

Elbette hem ekonomiyi getirdiği durumun yarattığı eziklik dolayısıyla, hem de geniş kitlelerin ve işçilerin mücadelelerinin yaygınlığı karşısında gittikçe eli bağlanması nedeniyle hükümet, polis ve jandarmayı halkın üzerine daha zor sürüyor. Bunun sonucu olarak Türkiye’de eylemsizliğin ana nedenlerinden biri olan polis korkusu azalıyor, cesaret ve cüret büyüyor.

Yükseliş dönemlerinde kitle eylemliliği düz bir çizgi izlemez. Yükselişin içinde de iniş çıkışlar olur. Belirli dönemlerde atak, cevval, hatta sabırsız olan kitleler, daha sonra durur, soluklanır, bilanço çıkarır, yeni yöntemler ve taktikler arar. Ama bize öyle geliyor ki Türkiye çok sarsıntılı bir döneme girmiştir. Bir yandan ağır ekonomik kriz, bir yandan ülkenin güneyinde zaten bir dizi savaş yaşanırken bir de kuzeyimizde deniz aşırı komşumuz olan ülkelerde ağır sonuçları olabilecek savaş koşulları, bir yandan yaklaşan önemli bir seçim ve bütün bunların üzerine canlanmakta olan işçi ve halk mücadeleleri.

“Geççek” demek, biliyoruz, iki koca on yıldır istibdadın baskısına tahammül gücü çok zorlanan büyük bir halk kitlesine iyi geliyor. Ama şunu da bilmek çok önemli: Kendiliğinden “geççek” değil! Ve bu geçtiğinde yerine ne geleceği de çok önemli. Ancak işçi sınıfının toplumun önüne düşmesi halinde Türkiye bu büyük badireleri halkın ağır bedeller ödemeyeceği bir şekilde atlatır. Mühendisi mimarı, avukatı doktoru, her uzmanlıktan sağlıkçısı kamu emekçisi, kadınlar ve çevreciler, en çok da öğrenci gençlik, bugün işçi sınıfının etrafında toplanmak, saflarını güçlendirmek, işçi sınıfına yol gösterecek devrimci bir partiyi inşa etmek büyük önem taşıyor. Omuz verin!

İşçi sınıfı eyleme, kurtuluş arayanlar işçi sınıfının yanına!

 

Bu yazı Gerçek gazetesinin Mart 2022 tarihli 150. sayısında yayınlanmıştır.