Bir işçi kadının “Diren”işi
"Suffrage", Batı dillerinde oy kullanma hakkı anlamına geliyor. Bu hak için mücadele eden kadınlar da 1900'lerin başında kendi hareketlerine "Suffragete" (Süfrajet) adını vermişti. Şimdi bu mücadeleyi anlatan, başlığı Türkçe'ye "Diren!" olarak çevrilen bir film sinemalarda gösterimde. "Diren!" sadece bir dönem filmi değil. Aileden devlete, işyerindeki koşullardan toplumun önyargılarına erkek egemenliğinin bugünkü tezahür biçimlerine benzerlikleri, emekçi kadınların mücadeledeki rolüne ilişkin mesajları ile aslında güncel bir hikâye anlatıyor.
Film, "burada doğdum" dediği çamaşırhanede yedi yaşından beri çalışan Maud'un tesadüf sonucu kendisini şehir merkezinde süfrajetlerin eyleminin ortasında bulması ile başlıyor. Bir mağazanın vitrininde hiçbir zaman alamayacağı elbiselere bakarken bir anda "kadınlara oy hakkı" sloganları eşliğinde vitrin camının kırılması, Maud'u daldığı hayallerden silkeleyip alan "işçisin sen, işçi kal!" mesajı gibi adeta. Süfrajetlerin, oy hakkı talebinin karşılık bulmaması üzerine, ses getirmek için yöneldikleri şiddet eylemlerinden birisi olan bu eylem, Maud'da bir yandan korkup kendini bir an önce kocasının ve çocuğunun yanına atma telaşı yaratırken bir yandan da içinde ilk kıvılcımları yakıyor.
Maud, eylemde gördüğü, aynı çamaşırhanede çalıştığı, o gün birbirlerine utangaç biçimde baktıkları Violet ile yakınlaşmaya başlıyor. Violet kadınların oy hakkı için mecliste çamaşırhaneyi temsilen bir konuşma yapacakken kocası tarafından darp edildiği için süfrajetler o hâlde meclisin karşısına çıkmasının uygun olmayacağını düşünür. Maud, isteksizce de olsa hazırlanan yazılı görüşü okumak için onlarca erkeğin karşısında bulur kendini. Ama kâğıttan tek kelime okumaz. Bir işçi kadın olarak çamaşırhanede yaşadıklarını, erkeklerden daha az ücret aldıklarını, neden oy hakkı istediklerini anlatmaya başlar. Anlattıkça söylediklerine ikna olduğu, haklılığına daha da inandığı ise yüzünden okunur.
“Diren!” filminin hikâyesi de bu başlangıçla birlikte Maud'un adım adım hareketin içine daha da fazla girişi ve bu uğurda ödediği bedeller üzerine etkileyici bir şekilde örülmüş. Sarsıcı sahnelerle sadece oy hakkı mücadelesini değil, kadınları tahakküm altına alan erkek egemenliğinin birçok yüzünü de anlatmış. Çamaşırhanede patronun cinsel tacizine uğrayan küçücük yaştaki bir kız çocuğunda Maud'un kendi çocukluğunu görmesi... Vücudunda taşıdığı yanık izleri... Kocasının daha hareketin içine bile girmeden onu engellemek için uyguladığı baskı... En basit eylemlerini bile polisin şiddetle bastırması... Bazen gözaltına alıp, bazen de "bırakın, onlara cezalarını kocaları versin" diyerek kadınları evlerinin önüne kadar götürüp teşhir etmesi... Varlıklı kadınlar kefaletle serbest kalırken, 2 pound’u bile olmayan işçi kadınların geceyi nezarette geçirmesi, tutuklanması... Yasalar çocuğun üzerinde sadece babaya söz hakkı tanıdığı için çocuğunun zengin bir aileye evlatlık olarak verilmesi ile ondan da koparılması... Hükümetin, "eğer içlerinden biri ölürse bir kahramanları olur ve güçleri artar" korkusuna karşı, yanındaki yoldaşının sesini duyurmak için "mücadeleden asla vazgeçme" sözünün ardından yaşamını feda etmesi... Filmi izlemeden bu satırları okuyunca bu kadar acı, bu kadar zorluk fazla diyor insan ama film bittiğinde ardında bıraktığı his, coşku, gurur, umut gibi kelimelerle açıklanabilir ancak. Neden?
Süfrajet hareketinin tarihsel liderleri, Emmeline Pankhurst ve kızları Sylvia ve Cristabel Pankhurst. Filmde sadece Emmeline Pankhurst görünüyor, bütün süfrajetlerin önderi konumunda özel bir yere sahip. Hareket, yasadışı mitinglerde ona koruma sağlayıp gizlice polisten kaçırıyor. Ama filmin ana kahramanı Emmeline Pankhurst değil. Bu harekete katıldığı için işinden, evinden, eşinden, çocuğundan vazgeçmek zorunda kalan, birçok fedakârlık yapan Maud. Evet, ilk başlarda hareketin öncülüğünü orta sınıflardan kadınlar yapıyor ama film ilerledikçe aslında kararlılıkla sonuna götürebilecek, kendisini harekete kazandıran kadınları bile ileriye taşıyabilecek karakter olarak sivriliyor Maud. Yalpalayanlar, bir an için de olsa uzak durmak isteyenler olduğunda Maud onları tutuyor, "vazgeçmemeyi senden öğrendim" gibi sözlerle dikiliyor diğer kadınların karşısına.
Mücadele radikalleştikçe ödedikleri bedeller de artıyor. En büyük bedeli de hep Maud ödüyor. Ama filmde gördüğümüz, Maud'un bir yandan mutlu sandığı yaşamında sahip olduklarını, çevresindekileri kaybederken diğer yandan da diğer kadınlarla birlikte mücadele içinde güçlenmesi. Haklılıklarının kazandırdığı moral ve dayanışmanın yanında polisin saldırılarına ve evde, işte yaşadıkları şiddete karşı özsavunma tekniklerini öğrenerek de güçleniyor kadınlar “Diren!” filminde.
Mücadele içinde Maud da diğer kadınlarla birlikte devletin karakterinin farkına varıyor. Her adımda karşılarına çıkartılan "yasa böyle diyor" sözüne karşı, siyasi iktidarı sorgulamanın eşiğine geliyor; yasalara uymak zorunda olan değil, yasaları yapan olma bakış açısına ulaşıyor. Polis, her zamanki yöntemlerini uygulayıp, en zayıf halka olarak gördüğü Maud'a muhbirlik teklif ettiğinde, artık çocuğuna bile kavuşabilmek için mücadele etmesi gerektiğinin bilincine varan Maud'un cevabının polis şefinin suratında tokat gibi patladığı sahne film boyunca tabiri caizse içinizin yağlarını eriten birçok sahneden birisi.
Kadınların oy hakkı mücadelesi, bugün artık Suudi Arabistan'da da bu hakkın sadece yerel seçimlerde de olsa verilmesi ile neredeyse bütün dünyada kazanılmış bir mücadele hâline geldi. Ama film, izleyici İngiltere'de bile Maud'un ve arkadaşlarının zaferini göremeden bitiyor. Binlerce, on binlerce kadının mücadele için yaşamını feda eden arkadaşlarını uğurladığı yürüyüşle sona eriyor. O yürüyüşü bugün de kahramanımız Maud'un Türkiye'den ve tüm dünyadan kardeşleri, onda simgeleşen emekçi kadınlar en önde devam ettirmeli.