Sendikada kadınların tek odağı cinsiyetçilikle mücadele olmamalı
Son dönemde sendikalarda yaşanan örnekler, sendikalar ve kadın kelimelerinin yanına bu örgütlerin içinde erkek egemenliğine karşı mücadele başlığının eklenmesine, hatta bütün odağın burada toplanmasına yol açtı. İşçi sınıfı örgütleri olarak sendikaların içindeki ayrımcılığa karşı mücadele elbette önemli, ama sendikalı kadınların sendikalarda faaliyetlerini bununla sınırlı tutmaları, kendi içinde bir kısır döngüyü de barındırıyor.
Petrol-İş sendikasının 17-18 Eylül tarihleri arasında düzenlediği genel kurulda yaptığı tüzük değişiklikleri, en çok kadın üyelere ve kadınlara yönelik ayrımcılık konularına yapılan ek düzenlemeler ile gündeme geldi. Bu değişiklikler, kadına yönelik ayrımcılıkla mücadele açısından sendikanın araçları ve kadına yönelik şiddet ve ayrımcılık uygulayan üyelere yönelik yaptırımları içeriyor.
İşçi sendikalarının yönetim kurullarının görev bölüşümü içerisinde şu an; örgütlenme, eğitim, mali sekreterlik gibi görevlerin yanında bir kadın sekreterliği görevi yer almıyor. Konfederasyonlar arasında kadın üyelerin iletişimini sağlamak amacıyla oluşturulan komisyonlar, çoğunlukla 8 Mart’tan 8 Mart’a işleyen kurullar olarak geri kalan dönemlerde tüzükle belirlenmiş bir yapıdan yoksun, kadınların kendi inisiyatifiyle yürüttükleri çalışmalar ile sınırlı kalıyor. Hal böyle iken, bugün Petrol-İş sendikasında kadına yönelik şiddet ve ayrımcılığa karşı mücadeleyi sistematik olarak ele almak amacıyla komisyonlar kurma ve eğitimler düzenleme gibi faaliyetlerin, yönetim kurullarının görevi olarak tüzüğe girmesi, kadın işçilerin unutulan sorunlarının daha düzenli bir şekilde gündeme getirilmesi açısından önemli.
Tüzük değişikliğinin üyelere yönelik disiplin yaptırımlarına ilişkin maddeleri ise özellikle son dönemde KESK Genel Kurulu’nda öne çıkan tartışmalar açısından, sendikalı kadınlar lehine genel bir başarı olarak görülebilir. Genel disiplin cezalarının sayıldığı maddede, disiplin cezası gerektiren suçlar arasına “kadına yönelik cinsel taciz, mobbing ve şiddet uygulayanlar” ifadesinin eklenmesinin bizim açımızdan tartışılacak bir yanı elbette yok. Ancak maddenin devamında yer alan “kadının beyanı esastır, karşı taraf aksini ispatla yükümlüdür” ifadesini hassasiyetle ele almak gerekir.
Erkek egemen sistem içerisinde; taciz, hakaret, aşağılanma gibi, kadınların maruz kaldığı baskı ve şiddetin utancı, çoğunlukla yine kadının omuzlarına yüklenir. Dolayısıyla, bir kadının bu fiillerden herhangi birine maruz kaldığını ifade etmesi son derece güçtür. Sadece sendikalarda değil, işyerlerinde, mahallelerinde bu tür tacizlere maruz kalan ve bunları ifade eden kadınların, her şey bittikten sonra asıl yıpranan ve yıpratılan kişiler oldukları, çoğu zaman o işyerlerinde çalışamaz hale geldikleri, mahallelerinden bile taşınmak zorunda kaldıkları unutulmamalıdır.
Diğer taraftan, kadının erkeğe yönelik sadece karalama amacı taşıyan bir taciz iddiasında bulunması sadece teorik bir ihtimal olsa da mevcuttur. Diyelim ki, sendikalarda gruplar arasında yaşanan rekabet ve gerilimlerden kaynaklı ve “çamur at izi kalsın” mantığıyla erkeğe karşı bir yıpratma kampanyasına girişilmiş olsun. Bu durumda dahi -ve en azından bu durumun ortaya çıkarılabilmesi için bile- kadının beyanının dikkate alınması gereklidir. Bu demek değildir ki, beyan tek başına hükmün kendisidir. Yapılması gereken, kadının beyanından hareketle soruşturma başlatılması ve çoğunluğu kadınlardan oluşan bir ilgili kurulun hassasiyetle işleteceği disiplin mekanizmalarıyla, yaptırım gerektirecek herhangi bir durum olup olmadığının mümkün olan en kısa sürede tespitidir. Beyanın tek başına hükme temel olarak alınması bazı durumlarda kadınların aleyhine bile çalışabilir. Saldırıya uğramış kadın şu ya da bu nedenle şikâyetini geri çektiği takdirde saldırgan erkeğin cezalandırılması olanağı ortadan kalkar. O nedenle tüzük değişikliklerinde disiplin soruşturmasının başlatılması için kadının beyanını esas ve yeterli kabul etmek ama kadın şikâyetini geri çekse bile soruşturmanın devamını garanti altına alacak düzenlemelere gitmek gerekir.
Son dönemde sendikalarda yaşanan örnekler, sendikalar ve kadın kelimelerinin yanına bu örgütlerin içinde erkek egemenliğine karşı mücadele başlığının eklenmesine, hatta bütün odağın burada toplanmasına yol açtı. İşçi sınıfı örgütleri olarak sendikaların içindeki ayrımcılığa karşı mücadele elbette önemli, ama sendikalı kadınların sendikalarda faaliyetlerini bununla sınırlı tutmaları, kendi içinde bir kısır döngüyü de barındırıyor. Çünkü sendikalardaki erkek egemen sistemin yansımaları ile her gün karşı karşıya gelenler, neredeyse yalnızca sendikalarda aktif çalışma yürüten kadınlar. Dolayısıyla da bu mücadele başlığının tek başına sendikaların tabanında bulunan kadın işçileri harekete geçirecek motivasyonu yaratması söz konusu değil. Diğer yandan da, nasıl ki sendikaların başına çöreklenen bürokrasi ile bir avuç işçinin mücadele etmesi mümkün değilse, erkek egemenliğine karşı da bir avuç kadının mücadele etmesi yeterli olamaz. Sendikalarda sadece kadına yönelik ayrımcılığa karşı mücadelede yol alabilmek için bile, sendikaların içinde günbegün yaşanan deneyimler karşısındaki görevleri ertelemeden, kadınların sendikalaşma düzeyini artıracak bir çalışma yürütmek şart.
İşyerindeki kreş ve servis olanakları, çalışma süreleri gibi konularda, kadın işçiler lehine toplu iş sözleşmelerine maddeler eklenmesi için mücadele edilmesi, kadınları sendikalı olma konusunda daha atak ve istekli kılacak, sendikalı kadın sayısı artacaktır. İşyerinde patrona karşı örgütlü gücü arttıkça, kadınların sendikalardaki varlığı büyüyecek, kadın komisyonlarında görev almakla sınırlı olmaktan çıkacak, mücadelenin içerisinde etkinliği gelişecektir. Asıl bu örgütlü güç, her türlü tüzük maddesinden, eğitim faaliyetinden daha büyük bir etkiyle kadınlara yönelik ayrımcı pratiklerin engellenmesinin koşullarını oluşturabilir.