AKP, Kemalizm ve 1 Mayıs
İşçi sınıfının AKP ve benzerlerine karşı mücadele adına burjuvazinin öteki kanadı olan CHP-TSK eksenine yedeklenmesine, 28 Şubat ve 27 Nisan türünden müdahalelere destek vermesine engel olabilmek için solun Kemalizmden tamamen kopması zorunludur. Ancak, bu kopuş Aköz gibilerin çizdiği sınırların dışına taşıp, Türkiye burjuvazisinin tüm kanatlarından tamamen bağımsızlaşmanın bir parçası haline gelmelidir. Taksim'i geri kazanan işçi sınıfının önündeki temel görev budur.
Türkiye işçi sınıfı, 1 Mayıs 1977 katliamının 30. yıldönümünde başlattığı 1 Mayıs'ı yeniden Taksim Meydanı'nda kutlama mücadelesini devletin son üç yılın 1 Mayıs'ında yaptığı tüm baskılara direnerek 1 Mayıs 2010'da kazandı. Son üç yıldır 1 Mayıs'ta Taksim'e çıkılmaması için polisi işçilerin üzerine saldırtan, yüzlerce kişinin dövülüp gözaltına alınmasının sorumlusu olan AKP hükümetinin 1 Mayıs'a bu yıl neden izin verdiği farklı siyasi çevrelerde tartışılıyor. AKP'ye yakın liberal yazarlardan Emre Aköz'ün 25 Nisan'da Sabah'ta yayımlanan yazısı liberal cephenin konuya yaklaşımının iyi bir örneğini sunuyor.
AKP hükümetinin son üç 1 Mayıs'taki tutumunu yazısında tek bir cümleyle dahi eleştirmeyen Aköz, "Yasağın son yıllarında, Ergenekon korkusunun önemli bir faktör olduğunu düşünüyorum[...] Hükümet ve İstanbul Valiliği, Ergenekoncuların 1 Mayıs provokasyonunu engelleyebileceğini düşünmese, Taksim'e bu yıl da izin vermezdi" diyor. İşçi sınıfının ve solun son üç yıldır Taksim'e çıkmaktaki ısrarının yasağın kalkmasında hiçbir rol oynamadığını ileri sürüp, aksi yönde düşünen solcuların tamamını "Ergenekon dostu" ve "statükocu" ilân ettikten sonra, solcuların "AKP'nin, Kürtlerin ve demokratların sürdürdüğü mücadeleden nemalanmaktan başka" bir şey yapmadığını ileri sürüyor. Böylelikle bir taşla iki kuş vurmaya çalışıyor: hem AKP'nin Taksim'i işçilere kapatma gayretinin işçi sınıfı karşıtı sınıfsal niteliğini görünmez kılmaya çalışıyor hem de Kürtlerin mücadelesini AKP'nin siyaseti ile paralel gibi göstererek onları devrimcilerden yalıtıp AKP'nin yedeğine alma siyasetine hizmet ediyor.
Bu yazı AKP'nin Kürt siyasetini konu edinmediği için AKP hükümetinin Kürt partilerine yönelik tutumunu, Tayyip Erdoğan'ın bölgede onlarca sivil göstericinin kurşunlandığı günlerde verdiği ibretlik demeçleri hatırlatmakla yetinip esas konumuza gelelim. Aköz'e sormak gerek: Ankara'da polis Tekel işçilerinin eylemine biber gazı ve coplarla müdahale ederken amaç Ergenekon'la mücadele miydi? Sakarya Caddesi'nde direnişe devam eden işçilere eylemi sonlandırmaları için süre verip, aksi halde polis zoruyla direnişi kırma tehdidini yapan Tayyip Erdoğan'ın amacı da Ergenekon provokasyonunu önlemek miydi yoksa? Hükümetin son yedi yılda Türkiye'nin çeşitli bölgelerinde gerçekleşen irili ufaklı pek çok işçi eylemi karşısında benzer tutum almasını da aynı gerekçeyle açıklamak mümkün mü? Elbette hayır. Tıpkı önceki hükümetler gibi AKP'nin de işçi sınıfı mücadelelerini gerekli gördüğü her an şiddet kullanarak bastırma eğilimini bu partinin burjuva sınıfsal konumunun dışındaki faktörlerle açıklamak mümkün değil. Tıpkı CHP ve MHP gibi AKP de işçi sınıfı mücadeleleri karşısında sermayeyi koruma görevini yerine getiren bir düzen partisidir. 2007-2009 arasında Taksim'de 1 Mayıs yasağında ısrarcı olmasının nedeni budur.
AKP bir yandan ekonomik kriz koşullarında bir sermaye partisi olmanın gereğini yerine getirerek işçi sınıfına saldırmaya devam ediyor, diğer yandan başta CHP-TSK-Yargı cephesi olmak üzere rakip burjuva fraksiyonlarıyla giriştiği iktidar kavgasında elini güçlendirebilmek için işçi sınıfına şirin gözükecek tutumlar almaya mecbur kalıyor. Erdoğan'ın yakın dönemde acımasız emek sömürüsü yaptıkları için patronlara çatması, AKP'nin anayasa paketinin işçilere ve Kürtlere demokratik haklar getirdiği yanılsamasını yayma gayreti bunun ifadesi. Henüz birkaç hafta önce Tekel işçilerinin yeniden Ankara'da toplanmasını engellemek için polisi seferber eden hükümetin Taksim'de 1 Mayıs'a bu kez izin vermesi bu çelişkinin bir ifadesi. AKP hükümetinin (Kürt meselesi bağlamında çizdiği zikzaklara benzer biçimde) önümüzdeki dönemde işçilere yönelik havuç-sopa siyasetini izlerken daha fazla patinaj yapacağını gösteriyor.
Peki, sol bu durumda ne yapmalı? Aköz, "1 Mayıs sınavı: işçi sınıfı kendini Kemalizm'den kurtarabilecek mi?" başlıklı yazısında (Sabah, 1 Mayıs) işçi sınıfını Kemalizmden kurtulmaya davet ediyor. 1923-38 arasında devletin işçi sınıfı karşıtı politikalarına örnekler verdikten sonra ekliyor: "Kemalistlerin ‘işçi sevgisi' ne zaman depreşir bilir misiniz? Derin bir kin duydukları dindar burjuvalara karşı müttefik aradıklarında..." Kesinlikle haklı. Ancak, "1923-38 döneminde işçi sınıfının canına okuyan, henüz pek sıska olan burjuvalar değil, ‘halkçı' Kemalistlerdi" diyerek burada da meselenin sınıfsal temelini gizlemeye çalışıyor. Yalnızca 1923-38 arasında değil, 1923'ten günümüze değin üretim sürecindeki emek sömürüsü ile devletin işçi sınıfına (ve sola) karşı izlediği baskı politikaları arasında kopmaz bir bağ var olageldi. Geçtiğimiz üç yılın 1 Mayıs'larında işçileri Taksim'e sokmama inadı da, bu yıl Tekel işçilerine kalkan coplar da bu kopmaz bağın AKP iktidarı döneminde varlığını sürdürdüğünü gözler önüne serdi.
İşçi sınıfının AKP ve benzerlerine karşı mücadele adına burjuvazinin öteki kanadı olan CHP-TSK eksenine yedeklenmesine, 28 Şubat ve 27 Nisan türünden müdahalelere destek vermesine engel olabilmek için solun Kemalizmden tamamen kopması zorunludur. Ancak, bu kopuş Aköz gibilerin çizdiği sınırların dışına taşıp, Türkiye burjuvazisinin tüm kanatlarından tamamen bağımsızlaşmanın bir parçası haline gelmelidir. Taksim'i geri kazanan işçi sınıfının önündeki temel görev budur.
Bu yazı 9 Mayıs 2010’da Radikal İki’de yayınlanmıştır.