Ekonomiyi kim batırdı
Merkez Bankası Başkanı Naci Ağbal’ın Erdoğan tarafından bir gece yarısı kararnamesiyle görevden alınması ekonomide yıkıcı bir etki yarattı. Geçtiğimiz Perşembe günü Naci Ağbal başkanlığındaki Merkez Bankası beklentilerin de üzerinde olan 200 baz puanlık faiz artırımı ile politika faizini yüzde 19’a çıkarmıştı. Türkiye böylece dünyanın en yüksek reel faiz veren ülkelerinden biri olurken, döviz kuru da gerilemeye başlamıştı. Erdoğan’ın kararnamesinin ardından Naci Ağbal iki yıldan az bir süre içinde görevinden alınan üçüncü Merkez Bankası Başkanı oldu. Bu kararın döviz kuruna etkisi Pazar gecesi Asya piyasalarının açılmasıyla görülmeye başlandı. Türkiye’de piyasaların açılmasıyla birlikte dolar kurunun yüzde 10’luk artışla 8 seviyesine yükseldiği ve buna borsa da yine yüzde 9-10 arasında bir düşüşün eşlik ettiği görüldü. Borsa gün içinde iki kez devre kesti, yani işlemler geçici süreyle durduruldu. Böylece birkaç gün içerisinde Erdoğan başkanlığındaki istibdad rejimi aynı anda hem faizi yükseltip hem de Türk Lirası’nın değersizleşmesine yol açma ve böylece enflasyonu da arttırma “başarısını” göstermiş oldu.
Elbette ki bu çöküş tablosunun baş müsebbibi istibdad rejimidir. Bu rejimin her alanda olduğu gibi ekonomide de keyfi bir yönetim uygulaması önemli bir etken olmuştur. Ancak esas sebepleri doğru kavramak gerekir. Çöküşte belirleyici olan tek başına ve esas olarak keyfi yönetim değildir. Belirleyici sebep istibdad rejiminin serbest piyasaya sarsılmaz imanı ve emperyalizme teslimiyetidir. Bugün Erdoğan’ın ekonomi alanında her şeyi tek elden belirlediğine yönelik eleştiriler liberal bir çarpıtmadan ibarettir. Gerçekte Erdoğan’ın ekonomiye dair belirleyebildiği tek şey bakanların ve Merkez Bankası başkanının kim olacağıdır, boş zamanı kaldığında bakanına talimat vermesidir, bir de demeçleri ile Merkez Bankası başkanlarını basınç altında tutmasıdır. Onun dışında her şey kapitalist piyasa anarşisine teslim edilmiş durumdadır.
Devlet AKP’li yıllarda rekor kıran özelleştirmelerle üretim alanından neredeyse tamamen çekilmiştir. Erdoğan’ın kararlarının üretim üzerinde etkisi yoktur. Bankacılık sistemi yabancı sermayeli bankaların hegemonyası altındadır. Devlet bankaları eliyle, para ve kredi piyasalarına yapılan müdahaleler bu yüzden kalıcı sonuçlar değil kalıcı zararlar vermektedir. Nihayet devlet kendi parası üzerinde kontrol sahibi değildir. 12 Eylül askeri diktatörlüğü ve Turgut Özal’dan miras kalan serbest döviz piyasası anbean ülkenin kaynaklarını emperyalist merkezlere akıtan bir kara delik mahiyetindedir. Bu şekilde Türkiye’nin geldiği/getirildiği yer bir yıl içinde çevrilmesi gereken dış borcun 188,8 milyar dolarla rekor kırdığı, Merkez Bankası SWAP hariç net rezervlerinin 60 milyar dolar ekside olduğu, faizin yüzde 19’a çıkarılmasına rağmen dolar kurunun 8 liraya, Avro kurunun 10 liraya dayandığı, enflasyonun kimsenin inanmadığı resmi verilerle bile yüzde 15’i aştığı bir kara tablodur.
Naci Ağbal’ın faiz hamlesi eğer başarılı olsaydı bu tabloda sadece döviz kuru ve enflasyon üzerinde o da geçici ve kısmi bir etki yapabilecekti. Ancak yüksek faizin esnaf ve çiftçi başta olmak üzere toplumun borçlu kesimleri üzerindeki yıkıcı etkisi kaçınılmaz olacaktı. Yüksek faiz ortamında sermayenin yatırımlardan iyice uzaklaşması ve özellikle emlakta ve dayanıklı mallarda tüketimin yavaşlaması resmi işsizliğin yüzde 13,2 gerçek (geniş tanımlı) işsizliğin yüzde 29 olduğu vahim tabloyu daha da derinleştirecekti. Ayrıca ücretsiz izin uygulamasının Mayıs ayında kaldırılması halinde işsizliğin makyajlanması da son bulacak işsizler ordusunun genişleyen safları çok daha çıplak bir şekilde ortaya çıkacaktı. Türkiye’de hiç bitmeyen erken seçim senaryolarının tartışıldığı bir ortamda bunun anlamı açık değil mi? İşte bu tablo Erdoğan’ın gece yarısı kararnamesiyle, Naci Ağbal’ı görevden almasının temel motivasyonunu açıklıyor. Erdoğan, yüksek faizin işçiler, emekçiler, esnaf ve çiftçi nezdinde yaratacağı felaketin siyasi yükünü üzerinden atmak için faturayı Naci Ağbal’ın üzerine yıkmıştır. Bu hamlenin daha önce yüksek enflasyon ve döviz kurundaki tırmanış dolayısıyla büyük sermayenin şerrinden kaçmak için Berat Albayrak’ı kurban etmesinden çok da farkı yoktur.
Görevden alındıktan sonra dahi Erdoğan’a şükranlarını sunan Naci Ağbal’ın faiz kararını Erdoğan’dan habersiz aldığını düşünmek zordur. Erdoğan ve onun siyasi akıl hocaları belli ki emperyalist sermayeye teslimiyet manasına gelen ve geniş halk kesimlerinde yıkıma yol açacak bu faiz politikasını uygularken aynı zamanda iç politikada “dış güçlere karşı direnen Erdoğan” imajı çizmenin bir yolunu bulduklarını düşünmüş olmalıdırlar. HDP’nin kapatılma davası, HDP milletvekillerinin dokunulmazlıklarının kaldırılması için yapılan hazırlıklar, Gergerlioğlu’nun meclisten karga tulumba gözaltına alınması ve nihayet İstanbul Sözleşmesi’nden çıkılması da bu imajı kuvvetlendiren faktörler olarak aynı günlerde yaşandı. Erdoğan ve onun asker sivil müttefiklerinin uzun süredir izlediği bir politik manevra taktiği bu. Emperyalizmin stratejik çıkarlarına uygun hareket ederken, emperyalist merkezlerden gelen taleplerin en önemli olanlarını sineye çekerken, aynı anda emperyalist merkezlerle taktik ve tali düzeyde bir gerilim politikası izleyerek iç politikayı şekillendirmek…
ABD ve AB emperyalizminin ne Kürt halkının haklarıyla, ne kadına yönelik şiddetle ne de Türkiye’nin bir istibdad rejimi ile yönetilmesiyle temelde bir sorun yaşamadığını en iyi Erdoğan ve müttefikleri biliyor. İş ki emperyalistlerin esas önemsedikleri konularda adımlar atılsın ve esas istedikleri verilsin. Yüzde 19 faiz sermayenin esas istediğidir. Verildi! Türkiye’nin yabancı sermaye yatırımları için ucuz işçi cenneti haline getirilmesi emperyalizmin şartıdır. İşte Cargill, HSK Systemair, Baldur, Döhler, Bel Karper ve başka emperyalist şirketler Erdoğan’ın verdiği dokunulmazlık sayesinde ne Anayasa ne de yasa tanıyor! Sendikalaşmayı kırıyor, işçi atıyor, ücretsiz izne çıkarıyor ve bu ülkenin işçisine köle emeği dayatmasını sürdürüyor!
AB’nin Ege ve Akdeniz’deki talepleri karşılandı! ABD himayesinde Mısır ve İsrail’le hızla normalleşme adımları atılıyor! Türkiye Irak’ta NATO operasyonlarının komutasını üstlendi. Yetmedi Afganistan’da ABD ve Taliban arasında arabuluculuk rolüne soyunuyor şimdi. S400 konusunda Girit modelinin gündeme getirilmesiyle Türkiye’nin daha ileri gitmeyeceği garantisi verildi. Bunların hepsi son bir ay içinde gerçekleşti. Ve nihayet Erdoğan ve müttefiklerinin dış güçlerle mücadele imajını parlattığı bugünlerde ABD’nin AB’ye Türkiye’ye uygulamaya hazırlandığı yaptırımları ertelemesi ricası geldi. Yine hiç de tesadüf olmayan bir şekilde ABD’de süren Halkbank davası yine aynı günlerde “Halkbank’ın ‘Bağımsız Yabancı Devlet Dokunulmazlığı Yasası’ kapsamında ABD’de yargılanamayacağı iddiasını” incelemek üzere bir üst mahkemeye taşındı.
Erdoğan ile yarı-askeri istibdad rejimi içindeki asker sivil müttefikleri tüm bu hamlelerle emperyalizme istediklerini verdiklerini ve iç politikaya yönelik yeterli bir manevra alanı elde ettiklerini düşünmektedir. İktidara yakın ekonomistlerin de dillendirdiği senaryolara bakılırsa beklenti kısa süreli bir dalgalanmanın ardından piyasaların yerli yerine oturması, ülkeye yabancı sermaye akışının artmasıdır. Bu yüzden istibdadın iç politikada attığı baskıcı ve keyfi adımların, asla emperyalist çıkarlara ve bilhassa kapitalist serbest piyasa kurallarına halel getirmeyeceğine yönelik yeminler edilmektedir. Hazine ve Maliye Bakanı Lütfü Elvan: “Serbest piyasa mekanizmasından herhangi bir taviz kesinlikle söz konusu olmayacak, liberal kambiyo rejimine kararlılıkla devam edilecek…" AKP Genel Başkan Yardımcısı Nurettin Canikli “Türkiye ekonomisi 19 yıldır piyasa kurallarını hiç taviz vermeden uygulamış, iç ve dış şokların yoğunlaştığı dönemlerde dahi sermaye hareketlerinin liberalizasyonunu sağlamıştır…Bundan sonra da piyasa kurallarının ve sermaye hareketlerindeki liberalizasyonun kararlılıkla uygulanması kırmızı çizgiler olmaya devam edecektir…” Nihayet yeni Merkez Bankası başkanı Şahap Kavcıoğlu “Merkez Bankası, enflasyonda kalıcı düşüşü sağlama temel hedefi doğrultusunda para politikası araçlarını etkin bir şekilde kullanmaya devam edecektir…” Yani başkan değişti ama emperyalist sermayeye yüksek faize devam!
Tabii ki iktidarın hayal ettiği ile gerçekte olan birbirini tutmuyor. Ekonomideki çalkantı tahmin ettiklerinden çok daha sarsıcı oldu. Sonuçta faturayı işçi, emekçi, esnaf ve köylü ödedikten sonra ne gam! Bir de üstüne AKP’nin en büyük destekçisi Amerikan muhalefeti var karşısında. AKP’nin yapmadıklarını yapmış gibi eleştiriyorlar. AKP, Türkiye’yi Batı’dan koparıyormuş! Erdoğan, serbest piyasa kurallarını çiğniyormuş! Faiz çok önceden arttırılmalıymış! Erdoğan ve müttefikleri lehine bunlardan daha iyi bir propaganda olamaz. Halbuki bugün Erdoğan ve yanındakiler yaşanan ekonomik çöküntüden en üst düzeyde ve doğrudan sorumludur. Fakat bu sorumluluk emperyalist kapitalist sistemin dışına çıkmasından değil tam tersine ona teslim olmasından doğmaktadır. Erdoğan ve müttefikleri serbest piyasaya, liberal kambiyo rejimine iman ettiği için suçludur! Emperyalizme teslim olduğu için suçludur!
Daha ileri gidelim Türkiye’de ekonominin çöküşünün sebebi diktatörlük değildir. Toplumun her alanında diktatörlükten, baskıdan, keyfi yönetimden vb. bahsedebilir, tartışabilirsiniz ama ekonomide asla! Oysa dünya kapitalizminin devasa krizi karşısında ekonomide diktatörlük gerek! Dış ticaret üstünde, Merkez Bankası üstünde, döviz üstünde, sermaye üstünde diktatörlük! Ne düşük ne yüksek faiz! Faizsiz düzen! İşçi denetiminde tek bir devlet bankası! Merkezi planlama! İşçi diktatörlüğü! İşçiye, emekçiye, küçük esnafa, yoksul köylüye, kadına, gence ekmek ve hürriyet getirecek tek yol!