2001 ile 2017'nin farkı: İstibdad halkın suyunu yavaş yavaş ısıtıyor
Cumhurpatronluğu sistemine "evet" denmesini isteyenler 2001 krizini ve Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer'in Başbakan Bülent Ecevit'e Anayasa kitapçığı fırlatmasını hatırlatıyorlar. Bunlara göre yeni sistem tüm yetkiyi tek elde toplayıp Cumhurbaşkanı ve Başbakan arasındaki olası çekişmeleri sona erdirecek ve benzer krizlerin yaşanmasını engelleyecek. Numan Kurtulmuş'un "evet" çıkarsa terör biter sözlerinin aldığı büyük tepki üzerine, halkı rejim değişikliğine razı etmek için öne sürdükleri yeni tehdit bu. Evet çıkmazsa ekonomik kriz olur diyorlar. Korkmaya gerek yok. Ama gerçekleri bilmek de bir o kadar gerekli zira 2001 krizinin kitapçık fırlatma yüzünden çıktığı da rejim değişikliğinin krizleri engelleyeceği de tam bir kandırmacadan ibaret.
2001 krizi kitapçık yüzünden çıkmadı
2001 krizi anayasa kitapçığı fırlatıldığı için çıkmadı. 12 Eylül askeri diktatörlüğü ve takip eden Özal'lı yıllarda yerleştirilen (Mesut Yılmaz, Demirel, Çiller ve Ecevit dönemlerinde de sürdürülen) neo-liberal politikaların yarattığı kırılgan bir ekonomik yapı söz konusuydu. Bu politikalar ekonominin liberalleştirilmesi adı altında özelleştirmelere hız veriyor, TL'nin yabancı paralarla serbestçe değiştirilebilmesini sağlıyor, Gümrük Birliği'ne girerek dış ticaret üzerinde en ufak bir devlet kontrolünü olanaksız hale getiriyor, iç ve dış borçlanma yükseliyor, borsanın gücü artıyor ve İstanbul Menkul Kıymetler Borsası (yeni adıyla Borsa İstanbul) devasa kapitalist bir kumarhaneye dönüşüyordu. Dün de bugün de emperyalizme bağımlı ve zayıf bir ekonomisi olan Türkiye sürekli ve yapısal dış açık veren bir ülkeydi. Ülkeye döviz girişi hiç bir zaman döviz çıkışını karşılamıyor, aradaki fark da en çok sıcak para akışıyla karşılanıyordu.
Sıcak para adı üstünde, kalıcı olmayan girdiği kadar hızlı çıkabilen spekülatif sermaye akımlarını ifade eder. Kırılgan bir ekonomik yapı söz konusu olduğunda yüksek getiri elde etmek üzere sıcak para gelir ve risklerin getirilerden yüksek olduğunu gördüğünde geri çıkar. Sıcak paranın çekilmesi bir başladı mı, adeta bir kartopu etkisi tüm sıcak paranın ülke dışına kaçmasına neden olur. Sezer'in kitap fırlatması yoktan bir kriz falan çıkartmamıştır, var olan krizin patlamasına vesile olmuştur. Nitekim Sezer anayasa kitapçığını fırlatmadan üç ay önce Kasım'da bir ekonomik kriz patlak vermiş ve İMF ile 7,5 milyar dolarlık yeni bir kredi anlaşması imzalanmıştı. Yine krizin patlak verdiği 19 Şubat'tan önceki bir ay boyunca 21 Şubat'ta yapılacak olan büyük çaplı devlet borçlanması ihalesi büyük bir gerginlik içinde bekleniyordu. Hatta ekonomi dünyasında buna 21 Şubat sendromu adını bile takılmıştı. Yani Anayasa kitapçığı fırlatılmamış olsa başka bir sebeple er ya da geç kriz patlak verecekti.
Ekonomi 2001'den çok daha kötü durumda
Peki, geçen yıllar içinde kriz dinamikleri açısından Türkiye ekonomisi nereye gelmiştir? 2001 krizinden önce 9,9 milyar dolara ulaşan cari açık bugün 32,6 milyar dolar. Yani 2001 krizinin sebebi olan cari açık ve sıcak paraya bağımlılık üç kattan fazla artmış durumda. 2001 krizinden önce işsizlik yüzde 6,5 seviyesinde idi. 2001 yılında yüzde 8,5'a çıktı ertesi yıl ise yüzde 10, 3'e ulaştı. Bugün yayınlanan resmi rakamlar ise işsizliğin yüzde 12,7'ye ulaştığını gösteriyor! Gençlerde ise oran yüzde 25'e dayanmış durumda. Enflasyon da yeniden çift hanelere ulaşmış vaziyette.
Dış borçlanmada da durum farklı değil. 2001 krizinden önce Türkiye'nin net dış borç stokunun Gayri Safi Yurtiçi Hasıla'ya oranı yüzde 29,1 iken, bu oran 2016 yılının 3. çeyreğinde yüzde 30,5 ile bu düzeyi geçmiş durumda. En önemlisi de hane halkının durumu. AKP'li yıllar boyunca halkın borçlandırılmasına dayalı sahte bir büyüme politikası izlendi. Sonuçta 2001 krizinin öncesinde hane halkının borcunun harcanabilir gelire oranı yüzde 4,3 seviyesinde iken bugün bu oran yüzde 50'yi geçmiş durumda. Yani vatandaş yaklaşan krize 2001'de olduğundan 12-13 kat daha fazla borçlu şekilde giriyor. En çarpıcı sorun da her zaman olduğu kredi kartlarında görülüyor. Ödenemeyen kredi kartlarında 2013'ten bu yana iki kata yakın bir artış söz konusu. Her 10 kredi kartından biri yasal takipte.
Suyu ısınan kurbağa
2001 krizinde bir tür sabit kur rejimi olan para kurulu uygulaması geçerli olduğu için döviz dalgalanmaya bırakılır bırakılmaz fiilen yüzde 40 oranında bir devalüasyon olmuştu. Gecelik faizler astronomik seviyeye ulaşmıştı. Bugün aynı şey yaşanmıyorsa bunun tek sebebi dalgalı kur rejiminin (Merkez Bankası dalgalanmaya döviz alım satımı ile müdahale ettiği için müdahaleli dalgalı kur da denmektedir) benimsenmesidir. Dolayısıyla aynı yapısal sorunlar bir anda büyük bir patlamayla kendini göstermiyorsa da geçtiğimiz iki yıl içinde Türk Lirası'nın yüzde 65 oranında değer yitirmesine neden olmuştur. Dahası Türk Lirası'nın değer yitirmesinin hiç değilse ihracatı teşvik etmesi ve dış açığın azalması beklenirken tam tersine açık büyümektedir. Oysa 2001 krizinin ardından Türkiye 3,7 milyar dolar cari fazla vermişti. Yani tüm göstergeler Türkiye ekonomisinin 2001 krizi öncesinden çok daha büyük sorunlarla boğuştuğuna işaret etmektedir. Aradaki fark 2001'de Türkiye'nin kaynar suya düşen bir kurbağa misali sıçraması, bugünse Türkiye'nin içindeki suyun iktidar tarafından yavaş yavaş ısıtılmasıdır.
Yangına benzin döken bir iktidar
Neo-liberal politikaların 2001 krizinin temelini döşediğini söyledik. AKP'li yıllar bu politikaların son sürat sürdürüldüğü yıllar oldu. AKP hükümetleri kendinden önceki tüm hükümetlerin toplamından daha fazla özelleştirme yaptı. Son kalan devlet kurumlarının gelirleri de Varlık Fonu ile özel şirketlerin emrine amade edildi. Finansal spekülasyon değirmeni döndüren taşıma su işlevi görse de bunun böyle gitmeyeceği belli. AKP'nin uygulamaya koyduğu önlemler ise halkı daha fazla borçlandırmaya, bankalara kredi vermekte tam serbestlik sağlamaya ve modern tefecilere devlet garantisi ile destek olmaya yönelik... Yani yangın bacayı sarmak üzere iken önlem olarak yangının üstüne benzin dökmeye çalışan bir iktidarla karşı karşıyayız.
Halkın otoyol, köprü yiyecek hali yok
Krizin alarm zilleri işçi, emekçi, yoksul köylü ve küçük esnaf için çalmaktadır. Yaklaşan kriz açlık ve sefalet vaad etmektedir ve işsizlik, yoksulluk ve hayat pahalılığının pençesindeki halkın otoyol, köprü, beton kemirecek hali de yoktur. Gelelim başkanlık sisteminin derde deva olup olmayacağına. AKP'nin 15 yıllık tek parti iktidarının 10 yıllık koalisyonların yarattığından çok daha vahim bir tabloyu karşımıza çıkarttığını gördük. Bu 15 yılın en azından dokuz buçuk senesi Cumhurbaşkanı ile Başbakan'ın aynı partiden olduğu ve Anayasa kitapçığı benzeri olayların yaşanmadığı bir dönemdir. Bu rejimin yerine Cumhurpatronluğu olarak ifade ettiğimiz başkanlık sisteminin getirilmesi en ufak bir iyileşme yaratmayacaktır. Tam tersine emekçi halkın baskısından ve meclis denetiminde azade olan, yargıyı kontrolünde tutan bir yürütmenin krizin faturasını çok daha ağır bir şekilde vatandaşa ödetmesine olanak sağlayacaktır.
Kararınızı gerçeklere bakarak verin
2001'de sadece Anayasa kitapçığı fırlatılmadı. Bir de Ecevit'e yazar kasa fırlatan meşhur esnaf vardı. Bu esnaf gözaltına alınmış, serbest bırakıldıktan sonra da Başbakanlığa iş görüşmesi için çağrılmıştı. Bugün daha hâlâ parlamenter rejim geçerliyken yaşananlara bir bakın, istibdadın istediği rejim değişikliği olursa aynı olayın nasıl sonuçlanacağını varın siz düşünün! Kararınızı öyle verin...