Barzani: kimlerin gururu, kimlerin utancı?

Ekim ayı başında yapılan BDP 2. Olağanüstü Kongresi, Kürtlerin özgürlük mücadelesi yolunda birçok açıdan oldukça verimliydi. Özellikle bütün Kürt coğrafyasında birlik anlamında dört parçanın dördünden gelen katılımcılar ve BDP’nin “ulusal birlik” vurgusu kongreye damgasını vurdu. Üstelik Kürt halkının her türlü baskıya rağmen yüksek katılımı ve coşkusu hakikaten görülmeye değerdi.

Kuşkusuz Kürt dostlarımızın kendi kaderini tayin hakkı konusundaki her adımı biz enternasyonalist devrimci Marksistleri olsa olsa memnun eder. Ancak bizim onların mücadelesine verdiğimiz desteğin bir de eleştirel boyutu var ki, deyim yerindeyse bizim de “kırmızı çizgilerimizi” bunlar oluşturur. Bu çizgilerin ikinci sırada olanı, ulusal kurtuluş mücadelelerinin kendi burjuvazisi ve genel olarak yer aldığı coğrafyanın burjuvazisi ile ilişkileridir. Bu, ayrı ve daha özgül biçimde değerlendirilmeyi hak eder. Birincisi ve tartışılmaz olanı ise, mücadelenin emperyalizmle ve onun “dost”larıyla arasına koyduğu mesafedir.

Bu anlamda kongrede bir sahne var ki, yazmazsak, paylaşmazsak tarihimize haksızlık olur. Konuşmalardan birinde sahiplenilen tarihsel şahsiyetler sayılırken, Kürtlerin devrimci kahramanları Mazlum Doğan, Kemal Pir (ki bu kişiler bizim de, Türkiye devriminin de ortak tarihinin parçasıdır), ve hepimizin kahramanları Deniz Gezmiş ve İbrahim Kaypakkaya ile beraber ABD eliyle kurulmuş bugünkü Irak’ın cumhurbaşkanı Talabani’nin ve Mesud Barzani’nin adı aynı cümlede sayılmıştır. Talabani artık siyasi arenada neredeyse sembolik düzeye çekilmiş bir şahsiyet olduğu için geçiyorum. Ancak özellikle Mesud Barzani isminin, gerek kısacık ömrünü burjuvaziye olduğu kadar emperyalizme karşı da vermiş olduğu mücadelede kaybetmiş Deniz Gezmiş ve İbrahim Kaypakkaya, gerekse Kürt özgürlük mücadelesinin, anti-emperyalist ve sosyalist damarı çok güçlü olan ilk siyasi metinlerine de imza atmış büyük devrimciler Mazlum Doğan ve Kemal Pir ile beraber anılması eminim sadece bizim yüreğimizi değil, onların da kemiklerini sızlatmıştır.

Burada önemli bir ayrıntıya dikkat çekmek gerek. Mesut Barzani elbette çok genel bir çerçevede Kürtlerin tarihsel kazanımlarının bir parçasında pay sahibi olabilir ve bu bağlamda anılabilir. Ulusal kurtuluş mücadelelerinin tarihi bu tür çelişik, iç içe geçmiş farklı kişilik ve hareketleri de içinde barındırmıştır ve ileride de barındıracaktır. Ama Barzani’nin hareketi, bizim ve bütün ciddi devrimci Marksistlerin 2003 Irak işgalinden beri ısrarla ABD başta olmak üzere bütün batılı emperyalistler (bu arada Siyonist İsrail) ile ilişkilerine dikkat çekmeye çalıştığımız bir oluşumdur. Irak’ta yaşanan trajedilerin ta başından beri Barzani’nin ABD ve AB direktifleri ile oynadığı utanç verici rol ortadadır. Evet, Kürdistan Federe Bölgesi, Kürtlerin kültürel, siyasal hakları konusunda ciddi kazanımlar elde etmiştir. Ama aynı bölgede ABD ve AB emperyalizminin temsilcisi tekellerin, TÜSİAD’ıyla, MÜSİAD’ıyla Türkiye burjuvazisinin varlığını ve onlara bizzat Kürt halkının aleyhine tanınan ayrıcalıkları, bu ayrıcalıkların karşılığında verilen tavizleri konuşmak, tartışmak, dikkate almak gerekmiyor mu? Kürdistan Federe Bölgesi’nin topraksız köylülerinin, işçi sınıfının, kent yoksullarının sorunları da, emperyalizmin ve Türkiye sermayesinin Kürtler üzerinde yarattığı tahribat ve sömürü de, Kürt Sorunu, Kürt Ulusal Birliği tartışmalarının bir parçası değil mi?

Aynı Mesut Barzani’nin Şubat 2011'de, “barış, istikrar ve bölgede dini hoşgörüyü teşvik” rolüyle, emperyalizmin tetikçi militarist aygıtı NATO Parlamenterler Asamblesi İtalyan Atlantik Komitesi ve İtalyan Delegasyonu’nun verdiği Atlantik Ödülü’nü aldığını nasıl unutalım? Ya da (BDP kongresine davet edilip de gelmediği halde) sadece üç hafta önce AKP Kongresi’ne gelip, KCK operasyonlarının baş mimarı, Roboski katliamının siyasi sorumlusu, Kürt düşmanı AKP’ye, Erdoğan’a ve Türk egemenlerine övgüler düzdüğünü, Türkiye Kürtleri’ne AKP’yi işaret ettiğini? Ya da mesela sadece geçen hafta ABD ve İsrail’den 20 mil­yar do­lar­lık silah aldığını. (Bkz. 10 Ekim tarihli bütün gazeteler) Dün (ne acı ki!) CIA ve MOSSAD ajanlarının eğittiği kendi peşmergelerini Iraklı Arapların ve diğer halkların katledilmesinde kullandığı gibi, yarın bu silahları mesela emperyalizmin desteği ve Türkiye’nin taşeronluğu ile yürütülecek bir Suriye ya da İran işgalinde/savaşında ABD ya da Türkiye lehine kullanmayacağını kim garanti edebilir?

Aynı Barzani’nin, hempası Talabani ile birlikte, Türkiye Kürtlerinin en ağır baskı ve katliamları yaşadığı yıllar boyunca T.C.’nin kırmızı pasaportuyla dolaştığını unutalım mı? Ya da Barzani’nin peşmergelerinin “Brakuji” yani “kardeş kavgası” yıllarında, yüzlerce gerillanın ve sivilin canına mal olan operasyonlarda TSK’ya bizzat izcilik yaptığını es mi geçelim?

Elbette ki Kürt ulusal mücadelesi taktik olarak her türlü manevrayı yapabilir, ulusal birlik çalışmaları için her türlü görüşmeyi yürütebilir, hatta gerektiğinde emperyalist ülkelerle diplomatik ilişki dahi kurabilir. Ama emperyalizmle ve onun bölgede ajanlığını/taşeronluğunu yapan her türlü kurumla arasına mesafe koymadıkça elde edilecek kazanımlar sadece geçici, dar ve Irak örneğinde olduğu gibi başka halkların ezilmesine, belki de katledilmesine yol açacak “kazanım”lar olacaktır. Bunların hiçbiri ise ne Kemal Pir’in, ne Mazlum Doğan’ın, ne de Deniz Gezmiş’in ve nice Kürt/Türk devrimcisinin uğruna savaştığı Ortadoğu ve dünya hayaline uymayacaktır. Biz onların adını gururla analım, bırakın Barzani’nin adını da AKP’nin Türkiye’si gururla ansın, ABD, AB ve İsrail’le beraber!

Bu yazı Gerçek Gazetesi'nin Kasım 2012 tarihli 37. sayısında yayınlanmıştır.